Almanya’daki Nazi zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan, İstanbul ve Ankara Üniversiteleri Hukuk Fakültelerinde 20 yıl öğretim üyeliği yapan, bu süre zarfında aynı zamanda bir çok yasanın kodifikatörü olan, Ticaret Yasası’nın oluşturulmasındaki katkıları ve özellikle Medeni Kanun ile Ticaret Kanunu arasındaki ikiliğin giderilmesinde önemli katkılarda bulunan, Türk hükümetlerine çeşitli konularda danışmanlık yapan ünlü Hukukçu Ernst E. Hirsch, ‘’Türk öğrencilerine öğrettiği yasa hukukunun sosyal yaşamı neredeyse hiç etkilemediğini ve sosyal yaşamın hala eski doğu hukuku zihniyetinde sürdüğünü” söyleyerek, Hukuk ve Toplum, Hukuk ve Sosyoloji ilişkisine dikkat çekmiştir. Hukukun idealliği ile hukukun realitesi teorisi de işte tam da buradan doğmuştur.
Hukuk, toplumsal sistemin veya toplumsal yapının diğer öğelerinden ayrı, soyut bir unsur değildir.
Sosyolojiden soyutlanmış yasa boştur, yasadan soyutlanmış sosyoloji ise kördür. Bu gerçeklik hukukun her türlü problemini hukukun kendisinde aramak ve hukukun kendi içinde çözmek isteyen salt hukuk görüşünün geçersiz olduğunu ortaya koymaktadır.
Çünkü hukuk, her toplumun ekonomik, siyasal ve kültürel şartlarına, yaşam biçimine, dünya görüşüne, düşünsel yapısına, geleneklerine ve göreneklerine göre farklılık gösterdiği gibi, aynı toplumda zaman içinde de değişiklik gösterir. Yazılı olan ve olmayan kuralları bünyesinde barındıran hukuk, yazının icadından önce doğal olarak yazılı kurallar bütünü anlamına gelmediği gibi, yazının icadından sonra da sadece yazılı kurallar bütününü ifade etmez. Toplumsal sistem içinde yazılı kuralların ve yazılı olmayan kuralların yeri ve önemi, zamana ve yere göre değişir. Bir toplumun hukuk düzeni, çoğu zaman zannedildiği üzere, sadece yasama organı tarafından veya bilinçli insan müdahalesiyle oluşturulan kurallardan oluşmaz. Söz konusu düzenin unsurları arasında yazılı kurallardan başka, yargı organlarının kararları, yazılı olmayan genel hukuk ilkeleriyle örf ve adet kuralları da bulunur.
Çoğu zaman çoğu ülkede görülen hukuk disiplinlerinde deformasyonun nedeni, hukuk sosyolojisinin az gelişmişliğinden kaynaklandığını düşünmekteyim. Çünkü, Hukuk insanın bireysel ve toplumsal gerçeklikleri ile direkt ilgili iken ve hukuk sosyolojisi gerçek ile çok sıkı ve yakinen sürtüşmesi gereken bir disiplin iken, hukuku yaşadığı toplumun çelişkilerinden uzak ve bağımsız gören bir bakış açısı eksik ve yanlış olacaktır. Hukuk bu bakış açısı ile işlerse bir yerden sonra işlevsiz ya da olması gerekenden daha az işlevli bir hale gelecektir.
Hukuk ile sosyolojinin anlattığımız vazgeçilmez ve görmezden gelinemez ilişkisi kadar hukuk ve siyasetin de birbiri ile vazgeçilmez ve göz ardı edilemez ilişkileri ve etkileşimleri vardır.
Siyaset ile hukuk arasında, yalnızca hukukun siyaset için taşıdığı anlam değil, fakat aynı zamanda siyasetin de hukuk içindeki anlam ve önemi bakımından karşılıklı bir ilişki ve etkileşim mevcuttur.
Hukuk Devletini oluşturan düzenlemeler ve disiplinin siyaseti oluşturan yasama ve yürütme organlarının aldığı ve uyguladığı kararlar ile gerçekleştiği kabulü karşısında başka bir türlü bir düşünce elbette gerçeklikten uzak kalacaktır.
Ülkemiz veya dünyada sadece uzak geçmişte değil yakın geçmişinde de yaşananlar dahi bireysel ve toplumsal gerçeklik ve siyasetten soyutlanmışlığın hukukun gelişimini ne kadar olumsuz etkilediğini göstermiştir.
Siyasetin karşısında hukukun, insan hakları ve hukuk devleti için bir güvence olduğu artık yadsınamaz bir gerçektir.
Ancak bu yadsınamaz gerçeklik Siyaset ve Hukukun birbiri ile düzensiz ve çarpık ilişkisinin tek sonucunun sadece tek yönlü Hukuk Devleti ve İnsan Hakları sınırlamasından bağımsız siyasal yapıların Nazi Almanyası veya SSCB tecrübesi gibi diktatöryel sonuçlar doğurması olduğu değildir.
Hukuk aynı zamanda Siyasal Gücün elinde toplum üzerinde bir baskı ve dizayn aracı, toplumsal mühendislik aracı olarak ta kullanılmıştır. Hukuk ve siyaset arasında düzensiz ve olumsuz etkileşim ve ilişkinin anlattığımız şekilde bu iki yönlü tehlikesi mevcuttur.
Hukuksal düzenlemeler ile bir toplumsal mühendislik çalışması ile toplum düzeninde adil bir hukuk sisteminin yerleşmesi de mümkün olmayacak, hukuk toplumun sosyolojisi ile çatışacak ve hukuk bizatihi toplumsal düzensizliğin kaynağı ve sebebi olacaktır. Dünyanın ve ülkemizin yakın geçmişi bu duruma en güzel ve taze örnek olarak halen hafızalardadır.
Hal böyle iken, İnsanın bireysel ve toplumsal hayatı ile birebir ilgili olan Sosyoloji, Hukuk ve Siyasetin birbirlerinden bağımsız, etkileşimsiz olduğunu söylemek, eşyanın tabiatına aykırı, saflık ve aymazlıktan başka bir şey değildir.