Sanayi Devriminin ardından insanoğlu için yiyecek, ısınma, su, elektrik ve ulaşım çok değerli bir ihtiyaç haline gelmiştir. Fosil enerji yakıtlarının belirli bölgelerde bulunması ve uzun süredir geleneksel yakıtlar ile enerji tüketiminin yapılması yeni enerji kaynaklarının araştırılmasına sebep vermiştir.
Sınırlı olan enerji kaynaklarının etrafında çıkan çatışmalar göçlere neden olmuş ve bu durum politik ekonomi literatürüne birçok kez makaleler ile girmiştir.
Enerji kaynaklarımızın azalması, küresel ısınma, su kaynaklarının eksilmesi ile özellikle içinde kıtlık ve göç riski bulunduran fosil enerjilerden kaynaklanan sera gazı tüm dünya geleceğini tehdit etmektedir.
Tüm bu yaşanan kargaşalar göç ve mülteci sorununu ana gündemimiz haline getirmiş ve insan hakları da günümüzün önemli konuları arasında yerini almıştır.
Peki ne oldu da günümüzde göç ana gündem oldu?
İnsan hakları neden rafa kaldırıldı?
Avrupa’da uygulanan etnik köken ve din ayrımcılığı insan haklarını sözde işlettiğini gözler önüne sermektedir. Elbette ki tarihte yaşamış oldukları toplumsal travmalar bugün ilerlemecilik maskesi ardında ne zaman hortlayacağı belli olmayan ihlallere yöneltmektedir. Zira Avrupa toplumunun genetiğine işlemiş olan dinsel ve ırkçı faşizmin hukuk ve ekonomideki gelişmeleri ile yok edilemeyecek kadar derin ve yok edilemez haldedir.
Geçmişte mezhep savaşlarına sahne olan Avrupa, yakın tarihimizde Yahudi Soykırımı ve coğrafyanın tek Müslüman topluluğu olarak kalan Bosna Hersek katliamları da hafızalarımızda halen güncelliğini korumaktadır.
Fertleri bir arada tutan temel gereksinimlerden ziyade bu gereksinimleri edinimdeki ulaşılabilirlik esastır. Fırsat eşitliği gibi kavramlarla anlamlandırılmaya çalışan ve fakat temelde dini mitlerden edinilmiş haklar ve hukuk, sürekliliğini bilim, sanat ve felsefi gelişmeler ile kurguladığı düşünülse de coğrafya ve enerji tedariki ve dolayısıyla ekonomi ana mihengidir. Hak ihlallerinin ve hukuksuzluğun en yoğun görüldüğü coğrafyalar, iç ve dış unsurlarca oluşan yaşamsal durumun tehlikeye dönüştüğü toplumlardadır. İç ve Dış Savaş olarak niteleyebileceğimiz bu gibi durumları yaşayan toplumlarda güvenliğin en şiddetli sarsıldığı ve onarılması en güç hak ihlallerinin gerçekleştiğinden bahsedebiliriz.
Can güvenliğinin, mal güvenliğinin, hürriyet, eğitim, fikir, inanç güvenliği ve güvenilirliğinin bozulduğu toplumlardaki insan hakları ihlallerinin hemen her alanda hiçe sayılmış olması insan hakları hususunda güvenliğin ne derece önemli olduğunu anlamamız için bizlere somut deliller sunmaktadır.
Arap Baharı olarak ifade edilen süreçte insanların haklarından güvenlik zafiyetleri sebebiyle kurumsal kültürü tamamlamış olan diğer ülkelere göç ettiklerine tüm dünya ile birlikte bizlerde şahit olduk. Hemen ardından yaşanan ve halen devam etmekte olan Suriye iç ve dış savaşı sürecinde ise yine can güvenliği kalmamış olan insanların akın akın başka ülkelere göç ettiklerine tanık olduk, oluyoruz. En temel hak olan yaşam hakkının dahi çiğnendiği bu kaos ortamında sözde ileri olan dünya ülkelerinin nasıl üç maymunu oynadığına da ayrıca tanık olduk.
Göç hareketleri sosyal, siyasal ve ekonomik nedenlerinin yanında güvenlik boyutu açısından da incelenmesi gerekmektedir. Türkiye’de ve ülkeler arası göçe baktığımız zaman göç hareketleri genellikle, ekonomik sebeplerden kaynaklandığı belirtilirken, güvenlik nedenleri de göç hareketlerine neden olduğu bilinmelidir. İç savaş, baskı, iç karışıklık, hayat şartları, güvensizlik ortamı, gelir düzeyinin düşük olması gibi sorunlar güvenlik nedenlerinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Güvenlik nedenleri göç politikalarını değiştirmiş ve ülkelerin bazı göçleri uluslararası bir güvenlik tehdidi olarak kabul etmesine neden olmuştur. Bunun sonucunda ise göç ve güvenlik kavramları birbirleri ile ilişkili olarak analiz edilmiştir. Ülkelerin genelinde artan nüfus eğilimleri 2000 yıllara gelindiğinde göç alanında güvenlik boyutunu daha detaylı olarak ele alınmasını sağlamıştır. Bu bağlamda ülke genelinde güvenlik boyutu kapsamında çok denetleyici ve engelleme amacıyla politikalar geliştirilmektedir. Ülkemiz adına daha çok sınır güvenliği politikalarının oluşturulduğu görülmektedir (Gök, 2016:65-82).
Suriye’de iç savaşın başlaması ile birlikte Ortadoğu’da yeni bir göç dalgalanması başlamıştır. Suriye’den bölgeye dağılan göçü ilk hareketlendiren ve büyüten neden güvenliğin tamamen ortadan kalkmasıdır. Suriye’ de yaşanan iç savaşlar, zulümler, katliamlar giderek artan bir eğilim gösterdiğinden yerleşik nüfus önce güvenli yerlere göç etmiş daha sonra da ekonomik, sosyal ve siyasal bakımdan daha iyi şartlar aramaya ve yeniden göç etmeye çalışmıştır. Suriye’de yaşanan krizden dolayı hiçbir mültecinin Batı ülkelerine getirilmeyeceğini ve gelenlerin geri gönderilmesini gerektiği söylenerek göçün etki alanını daraltılmıştır. Göç bölgesinde ve göç alanındaki etki daha büyük güvenlik sorunlarına neden olmuştur. İnsan Güvenliği ise ilk defa insani gelişme raporunda ele alınmıştır. Bu kapsamda sağlık güvenliği, siyasal güvenlik, gıda güvenliği, çevre güvenliği, toplum güvenliği, birey güvenliği ve iktisadi güvenlik olarak ele alınmıştır (Gök, 2016:7).
AB ülkelerine güvenlik nedeniyle gelen göçmenler bir tehdit olarak görüldüğünden bu haklardan yararlandırılmayıp geri gönderilmişlerdir.