Sevgili okurlarımız şimdi herkes her şeyi konuşuyor ancak ben bu satırlardan Fetö Lideri ile taraftarlarını tam 5 yıldır korkusuzca uyarıyorum. Bu yüzdende fetö’cülerin en büyük düşman ilan ettiklerinden biriyim. Şimdi herkesin yazıp, çizmesinden tabi ki rahatsız değilim. Lakin keşke ben uyarırken, herkes korkusuzca hesaplar yapmadan uyarabilseydi.
Bu sayımızda geçmişe dönük yaptığım uyarılar ile bu örgütün sinsi planlarıyla ilgili neler yazdığımı sizlere sunmak istedim.
Herkes dershane sorunu var diyerek gündem oluşturmaya çalışırken, konunun dershane değil, ABD’ye giden paraların Türkiye’ye yönelmesinden kaynaklandığını Cengiz Aygün olarak cesur bir şekilde kaleme almıştım.
Fetö örgütünün liderine ilk direnen kişi olan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında yer alarak bu hain plan sahiplerine karşı duruşumu ilk günden beri korudum.
Durum öyle bir hal aldı ki! Herkes 2002 yılından bu yana eteğinde biriktirdiği tüm taşları dökmüş, herkes içindeki biriktirdiklerini meydana saçmıştı. Bu süreci o zaman ‘Bir Portre’ de; ‘Aynı taraf karşı taraf olunca başka taraflar şaşırdı’ başlığıyla kamuoyuna bir ayna misali yansıtmıştık.
Bu olanlardan şaşırmayan tarafın ise kapitalist düzenin sahiplerinin olduğunu biliyoruz. Adil olmayan her türlü düzenin sahiplerinin birilerini bilmeden kullandığı ve ülkemizi kaosa sürüklemek için düğmeye bastıklarını birilerinin görememesi o yıllarda beni gerçekten çok şaşırtıyordu.
Şaşkın olmam benim dik duruşuma ve hain planların karşısında yer almama engel olamamıştı.
Polis ve Savcı gücü ile ben de bir şeyler yapabiliyorum imajı vermeye çalışmak yerine ülke menfaati için milli bir duruş sergilenmesi gerekmez miydi?
İşte gerekeni yaparak milli duruşumuz ile vatan için millet için yazdık, çizdik ve hatta bunlarla da yetinmeyerek, ülke evlatlarıyla bu çirkin ve hain planlara karşı bir olduk.
“Bu durumu 2013 yılında bir portre okurlarımıza Ulu Önder ATATÜRK’ün şu sözüyle anlatmıştık”
“”Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” hiç bir gücün bu ülkeyi bölmesine yine bu ülke halkı izin vermeyecektir. Bu iki insanın savaşının galibi esasen olmayacak, tüm kişi ve kurumlar zarar görecek. Ancak “Denizler Durulmaz Dalgalanmadan” der ya bir şarkımızda, denizler durulduğunda batmayan geminin kaptanı olarak, kaptan köşkünde Recep Tayyip Erdoğan’ı göreceğiz çünkü halk tabanına bağlı olmayan halkın yanında olmadığı hiç bir güç, güç değildir, hele kontrolsüz güç asla güç olmaz, sonunda kendini yok eder.””
Her sayımızda Fetö örgütünün Türk düşmanları ile nasıl bir birliktelik içerisinde olduğunu kaleme almıştık.
Özellikle 22 Aralık 2013 tarihli yazımda bugünlerde de sürekli vurguladığım ABD’nin ve katil Neo-Con’ların, Erdoğan ve güçlenen Türkiye hazımsızlığına vurgu yapmıştım.
17 Aralık Darbe girişiminin bunlarla ilintisine ise şöyle dikkat çekmiştim: “Otoriter rejimlerin Amerikan karşıtlığını artırdığı gerekçesiyle “serseri devlet” olarak tanımladıkları bazı ülkelerde rejim değişikliği yapmayı bir dış politika hedefi olarak belirleyebilmekte; bu bağlamda BM Şartı ile yasaklanan “önleyici saldırıyı (preemptive strike)” meşru görebilmektedir”
Biz ülkemizin dirliği ve birliği için çalışanların yanında hainlere de karşı durduğumuz zamanlarda düşman odakları da boş durmuyorlardı.
Sık sık Tayyip Erdoğan’a atfen ABD gazetelerinde makaleler yazıldı, genelde kötülendi, itibarsızlaştırılmaya çalışıldı.
Türk Ekonomisine dair çeşitli spekülatif açıklamalar ve ekonomik kriz beklentileri içeren yazılar kaleme alındı.
Gülen hareketiyle ilgili sürekli övücü ve evrensel hoşgörü ve diyalog mesajlarına ilişkin ABD basınında ve kimi devlet yetkililerinden açıklamalar yapıldı.
“PKK yerine yeni taşeron cemaat”
PKK kozunu kullanmak zorlaşınca olayın yeni figüranı cemaat sahneyi alıyor ve geliniyor 17 Aralık sabahına; Türkiye’de günlerdir konuşulan malum operasyon başlıyor… Başsavcının haberi yok, emniyet müdürünün, valinin ve şube müdürlerinin haberi yok… Ak Parti hükümetinin en yumuşak karnı olan nokta ön plana çıkartılarak ve adına da “yolsuzluk ve rüşvet operasyonu” denilerek, seçimlere girilirken, toplumun en hassas olduğu nokta nazarı dikkate verilerek büyük saldırı başlıyor… Soruşturma bilgileri gazetelerde çarşaf çarşaf servis ediliyor.
Bu operasyon başlayınca devlet içinde emniyet ve yargıda hükümeti bile ekarte edip hareket edebilen bir “örgüt” varlığı ortaya çıkıyor. Operasyonun içinde Halkbank var, çünkü asıl hedef Halkbank ve onun üzerinden yapılan Türk ekonomisini güçlendiren ticari ilişkiler.
Bu esnada ABD Ankara büyükelçisi Ricciardone’nin; bir grup AB büyükelçisiyle 17 Aralık’ta büyükelçilikte yemekte “Halkbank konusunu dile getirmiştik. Sonuç alamadık. Şimdi imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz” diyebiliyor.
“2014 yılında tarafsız olmam için tehditler peş peşe geldi”
17 Aralık’tan 21, 25 Aralık’tan 13 gün sonra o zaman “Cemaat” dediğimiz günümüz FETÖ’cülerinin dost uyarısı nitelikli tehditleri ulaşmaya başladı. Tarafsız olmamım hayrıma olacağından bahisle neden Erdoğan’ın yanında yer aldığım sorgulanmaya ve aba altından sopa gösterilmeye başlanmıştı. Bunun üzerine bu yazıyı kaleme almıştım:
“Hoca efendiye oldukça yakın bir dostum gelip, bana taraf olmamam gerekir iken neden Tayyip Erdoğancı tavır aldığımı sordu ve üstü kapalı imalarla ve kendince minik tehditler içerdiğini düşündüğüm söylemler dile getirmeye başladı. Bu meyanda; yaptığım ticaretten tutun da, geçmişimde yaşadıklarımı bile ironik bir şekilde bana hatırlatmaya kalkınca ona kısaca şunu söyledim: “Eğer, iş, dernek, ya da özel hayatım da en ufak bir kanunsuzluk bulursanız hiç düşünmeden elinizdeki tüm bilgi ve belgeleri kullanınız lütfen, şayet var da konumum gereği bana kıyak yapıyorsanız, sizleri lanetlerim, yok ise o zamanda lütfen susun… Artık sizinle konuşmayacağım.” dedim ve konuşmayı orada sonlandırdım.
Belli ki zamanında telefonlarımı dinlemişler, zira konuşmalarından bunu anlamamak mümkün değil. Sonra düşünmeye başladım, iş hayatında olup telefonunu dinledikleri kaç yüz insan var diye… Gerçi benim son 20 yılımda park ihlali cezası da dâhil hiç bir şey bulamazlar, ama ya diğerleri? Polisin, adliyelerin tüm imkânlarını kullanarak yaptıkları her şey Anayasa suçu değil mi? Kişi hak ve özgürlüklerine tecavüz değil mi, bireyin haberleşme özgürlüğü ve mahremiyetine saldırı değil mi?
Bu güne değin bunlar nasıl görmezlikten gelinmiş? Nasıl binlerce insanı fişlemelerine göz yumulmuş? Böylesine bir pervasızlık, hadsizlik, hukuksuzluk devletin hücrelerine hastalıklı bir organizma gibi nasıl sirayet etmiş?
En anlamlı bir portre başlığımız; “Nefis Muhasebesi”
17-25 Aralık girişiminden yaklaşık 40 gün sonra geçmişe dair nedametler, pişmanlıklar, aldanmanın acısıyla yazdığım “Nefis Muhasebesi” başlıklı yazımı hala, artan bir yüreğim sızısıyla paylaşıyorum. 15 Temmuz gecesi Şehitlerimizi, Gazilerimizi, ülkemizin yaşadığı işgal girişimini, Sayın Cumhurbaşkanı’mızın “Aldandık, Allah ve millet bizi afetsin” sözünü, düşünerek yürek acısıyla hiç değiştirmeden rikkat ve dikkatlerinize sunuyorum:
“Ülkemizde, devletimizin kılcal damarlarına ‘habis bir ur’ gibi, virüs gibi kök salmış ‘paralel yapıyla ilgili özeleştiri ve nefis muhasebesi yapmak istiyorum.
Çünkü geldiğimiz noktada gördüklerim, yaşadıklarım, bildiklerim geçmişe yönelik vicdanları kanatacak şeyleri hatırlattı bana…
Ama ne derseniz deyin, bu öz eleştiriyi yapmayı, manen ve vicdanen bir gereklilik olarak hissettim…
Dünya hayatında cereyan eden tüm hadiseler Allah’ın bilgisi dâhilinde olur. İyilikleri de görür, kötülükleri de görür. Kötülük yapanı da görür, kötülüğe ses çıkartmayanı da görür. Çünkü bu hayattaki hiçbir şey tesadüfi olamaz, O’nun bilgisi dâhilinde tezahür eder.
28 Şubat Post-Modern darbeden sonra, 2001 Ekonomik krizi sonrası AK Parti iktidarıyla yeni bir sürece girdik. AK Parti iktidarının ilk yıllarında ülkemizin geleneksel vesayet müessesesi olan TSK’nın darbe girişimleri, AK Parti’yi iktidar yaptı ama pek muktedir etmedi. Bu süreçte Cumhurbaşkanlığında da Ahmet Necdet Sezer’in olması bu “askeri vesayeti” sürekli ve güçlü kıldı, hükümetin işlevselliğini sürekli engelledi.
2007’de AK Parti kapatma davası ülkemiz için, ikinci ve çok önemli bir kırılma noktası oldu. Anayasa Mahkemesinde görülen dava sonucu ve bu süreçte Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi ve de yapılan seçimlerde Ak Parti’nin ezici üstünlüğüyle bu süreç de aşıldı. Ama “seçkinci ve askeri vesayet” kısmi de sürmeye devam etti.
HSYK oluşturulurken bir kesim ya da inanç grubunun (Gülen cemaati) bu kurumda “kümelenmesine” fırsat verildi ve herhangi bir kaygı duyulmadı. “Sorun olmaz, alnı secdeye gelen birinden zarar gelmez” diyerek bu camianın hak etmediği ölçüde hüsn-ü zan besliyordu. Daha sonraki süreçlerde Cemaat her geçen gün kamu bürokrasisinde etkinliği artırmaya başladı. Yargı, Emniyet, Maliye, TÜBİTAK, Savunma Sanayii vb. gibi kritik kurumlarda etkinliğini artırmaya devam etti. Ama hükümet yine fazla ve gereksiz “hüsn-ü zan” duymaya devam etti. Taa ki, 7 Şubat 2012 de, Mit müsteşarı ve iki müsteşar yardımcısı ifadeye çağrılana kadar…
O anda bile Başbakana gelip bizimle alakası yok diyen cemaat müntesipleri nerdeyse bu sıkıntının kendilerinden tezahür etmediğine Başbakan’ı inandıracaklardı…
Ama her şey gün gibi ortada idi. 7 Şubat Mit kriziyle başlayan güvensizlik süreci her geçen gün arttı ve 2013, 17 Aralık sabahı yapılan operasyonla savaş noktasına gelindi.
Üstat diye hitap ettiğim dostumla yaptığım sohbet bugünleri işaret ediyordu
Günümüzde FETÖ diye resmi olarak adlandırılan bu terör hareketiyle alakalı “Üstat” dediğim bir dostumla sohbetimi paylaştığım söyleşi tarzı “bir portre” de bugünlere dair ciddi işaretler içerdiği için ilginize sunmak istedim:
Ve Üstat başladı anlatmaya…
Aslında inanın ülkemizde, Cumhuriyet tarihinin en önemli dönemini yaşıyoruz. Zira paralel yapı, aslında Cumhuriyetimizi öyle bir hedef almış ki öncelikle masum ve faydalı bir hareket olarak görünen cemaat; zaman içinde kendi kadrolarını öyle mevkilere getirmiş ki, aslında MİT Müsteşarımız Hakan Fidan ve özellikle Sn. Cumhurbaşkanı’mız bu felaketi hissedip her şeyi göze alarak bu yapıya dur! diyemese idi; belki 2015 değil ama 2019’da ülkemiz tamamen paralel yapının Diktasına girmiş olacaktı. Sn. Cumhurbaşkanı’mızın bu dik ve net tavrı, tünelin sonunu görmeye başladığını zanneden paralel yapı için hüsran olmuştur.
“Paralel Oyun” un planı şöyle idi: Önce dünyada özellikle de Türkiye’ye mücavir bölgede Tayyip Erdoğan’ın karizması ve liderliği sayesinde Türkiye’nin yeterince güçlenmesi sağlanacak. Sonra Tayyip Erdoğan’ın kadrolarındaki kendi yandaşları ile tamamen kontrolü ele alınacak ve daha sonra “dış işbirlikçiler”inin de desteğiyle, Tayyip Erdoğan’a gerçekleştirilecek fiili ve siyasi bir suikastla AK Partiyi çökertip iktidar ele geçirilecekti. Zira Tayyip Erdoğan yaşarken, kendi planlarının yeterince başarılı olamayacağının hesaplarını yapıyorlardı. (Uzun Adam’ın ölümü için düzenlenen beddua seansları da Takdiri İlahi’nin malumudur)
Ancak bu planların gerçekleşeceğinin zaman alacağını gördükleri için dershaneler olayıyla para musluklarının kısılmaya başlanması ve planlarından haberdar olan MİT’i ele geçiremeyeceklerini anlayınca, biraz da panikleyerek; önce bakanlar üzerinden saldırıyı başlatıp, bu saldırının hemen peşinden muhalefet ve sosyal medyayı da rahat kullanabileceklerini düşündükleri için plan değişikliğine giderek, yeni “Paralel oyun”larını harekete geçtiler. Ancak bu yeni planlar Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın Halk tarafından kucaklanmasıyla bozuldu.
Bu noktada, Paralel Yapı’ya bazı dış güçler, verdikleri sözleri tam yerine getiremediler. Özellikle, ABD bu konuda ikiye bölündü. Merkeziyetçiler ile neo-con’lar kendi içlerinde savaşa girdi. Bu durumda Türk halkı kazananı belirledi ve Türkiye kazandı. Şimdi ise, “Paralel yapı” her gün biraz daha çökmenin eşiğine gelmiş durumdadır. Bu konuda geri adım atmayan Tayyip Erdoğan ve ekibi şimdilik savaşın ilk raundunun galibi durumundadır…
Bundan sonra artık mağlup olan taraf teslim olma noktasına gelmiş gibi görünüyor ise de; kanaatimce, esas savaş şimdi başlıyor. Çünkü Sn. Cumhurbaşkanı’mızın emri ile kurulan özel araştırma komisyonu çalışmalarında, bugüne kadar MİT’in geldiği başarılı noktadan devamla, “Paralel Yapı”nın varlığının ve planlarının dehşetini, ekonomik, siyasi ve ulusal güvenliğe dair vahametini her gün biraz daha dehşetengiz şekilde ortaya koyuyor diye düşünmekteyim. Benim de edindiğim bazı bilgilere göre, çok özel yetkilerle kurulan bu komisyon yaklaşık 4 ay önce Paralel Yapı’nın finans kaynaklarını kesmek için yola çıktığında, 64 şirket üzerinden inceleme yapmaya başlamış; ancak tehlikenin korkunç boyutu Kamu kurum ve Özel Sektör firmalarının öyle derinlerine kadar ilerlemiş ki; İstanbul boyutunda başlayan bu inceleme, şimdilerde neredeyse yurt genelini kapsayan 1000 adet şirkete kadar uzanmış durumdadır.
Bana göre bu durum, Paralel tuzak ve tehlikenin, en ciddi halkalarından biridir. Bu arada; bu incelemeler sırasında da, işin boyutu, öyle kişi ve ciddi şirketlere ulaşmış ki; önceleri “Paralel Yapı’nın” kadroları tarafından bu incelemeler engellenmek istenmiş, ancak yine MİT’in ve bu komisyonun başarılı çalışmaları sayesinde, bürokrasinin etkili noktalarındaki bu “Paralel kadro”lar, titizlikle temizlenmeye başlamış ve çalışmalara sekte vurulması engellenmiştir.
HSYK’daki seçimle gelen final bu kadroların daha da çabuk temizlenmesine ışık tutmuş, halen bürokraside, temizlenmesi gereken ciddi unsurlar var olsa da, panik havasına giren bu kadrolar artık nerede ise, birbirlerini ihbar eder bir panik haline düşmüşlerdir. “Paralel Tuzak” tehlikesinin başka bir yanı da maalesef, bu yapıyla ilişkiye giren iş, spor, sanat hatta siyaset dünyasından çok tanıdık isimlerin bu komisyonun raporlarını hazırlamasını müteakip, hazırlanacak adli dosyalarda adlarının öğrenileceği bir gerçektir.
Üstattan duyduğum kısacık bilgilere göre bile olayın vahametinin maddi boyutu ve dönen dolaplar fırtına öncesi sessizliği andırır bir boyuta ulaşmış haldedir. Yani bundan da şu anlaşılıyor ki; kamuoyu “Paralel Yapı”nın ülkemiz üzerinde oynadığı oyunların sadece %10’unu biliyor durumdadır. Ama artık “takke düştü kel göründü” söyleyişi manasında Pandora’nın kutusu açılmıştır, Paralel pislikler ortaya dökülmeye başlamış, dönülmez bir hesaplaşma içeren “devr-i sabık” sürecine girilmiştir.
Yıl 2015 vatansever görünen hainler satırlarımızda anlatılıyor
Ülkemizde yaşanan olağan dışı günlerde ihanet şebekelerinin, ülkem ile savaşını gördükçe içim içime sığmıyor ve hainlerin bu ihanetlerine dur diyebilmek için yazmaya devam ediyorum.
“İnsan hayatında çok kritik dönemler olur. Bu dönemler zordur, çetindir, meşakkatlidir. Bu dönemler insana gerçek dostu ve düşmanı gösterir.
İşte bu dönemlerde anlaşılır; kim gerçek dost, kim riyakâr…
Devletler de tıpkı insanlar gibidir. Onların da kritik süreçleri, dönemleri ve içinden geçtikleri hassas evreler olur.
Devlet hayatındaki kritik dönemler de ise; kim gerçek vatansever, kim silik, kaçak ve gevşek, kim vatansever görünen hain, kim dost görünen ihanet çetesidir, ortaya çıkar ve anlaşılır.
Ülkemiz de şimdilerde, tıpkı böylesi kritik bir süreçten geçmektedir. Dört koldan ülkeye saldıranlarla son yılların en büyük mücadelesine girmiş bulunmaktadır. Bir yandan IŞİD, bir yandan müzmin ve ülkemizin kan ve can damarını emen kalleş PKK, bir taraftan gövdeye girip içten içe kemiren Müslüman kisveli münafık Paralel Yapı.
Tüm bunların üzerine, bu üç büyük düşmanı destekleyerek, maşa olarak kullanıp, ülkemize vurmaya çalışan ABD’si, Almanya’sı, İngiliz’i, Fransız’ı, İran’ı ve ülkemize dost görünen hasım ülkeler de cabası…
Bugünlerde kimliğinde T.C. vatandaşı yazıp da terörü yaldızlayıp, sahip olduğu medyalarında parlatanların gerçek ihanet kokan yüzünü görüyorum.
Bu ülkede şirketler kurup, devletten ticari işler alıp, devletin gelişmesiyle kendileri de “beş kat” büyüdüklerini söyleyenlerin, buna rağmen utanmazca, ahlaksızca ve kalleş bir kinle, devlete kastedenlerin, teröre verdikleri destekle, içlerindeki husumet ve zehiri kustuklarını görüyorum.
‘TSK ve sivil bürokraside FETÖ temizliği yapılmalı’ uyarısı yapmıştık
Bu yazımda TSK ve Sivil Bürokrasideki FETÖ Temizliğinin önemine dikkat çekerek bu sürecin mutlaka olması gerektiği ve kendini gizleyenlerin saklanamayacağına dikkat çekmiştim. Aynı zamanda özellikle safını belli etmeyenlerin sonunun da iyi olmayacağını dile getirmiştim. Çünkü bana göre; ya devletten yanasın ya da değilsin düşüncesi bugün olduğu gibi dün de olması gereken bir realite idi.
“Ülkemiz açısından 17/25 Aralık tarihi bir milat oldu. Bu tarih devlet içindeki yuvalanmış Paralel Yapı Örgütü’nün ne büyük bir tehlike olduğunu hepimize gösterdi. Bu yapı gövdenin içindeki kurt misali devleti nasıl derinden sardığını ve kemirdiğini fark ettirdi. Dindar, hamiyetkar ve masum yüzlü paralel’cilerin devleti içten çökertmek için nasıl büyük bir kalleşlik zihniyetine sahip olduğunu gösterdi.
Ama bu topraklar yüzyıllardır kadim devlet geleneğinin merkezidir ve en zor anlarda bile, devlet aygıtı bir şekilde kendine kastedenleri, kangren olmuş uzuv gibi bekasına halel getirenleri keser atar. Bu bağlamda devlet içindeki cerahat misali olan “paralel yapı” mensupları temizlenmeye başlandı. Bu temizlik acili yete binaen önce emniyet ve yargıda başladı. Çok ciddi mesafeler kat edildi, devam da edecek ve asla taviz verilmeyecektir. Emniyet ve yargıdaki bu yapının unsurları sanmasın ki; gizlenebileceklerdir, saklanacaklardır ve kendilerini kamufle edeceklerdir. Asla…. Son ferde kadar bu mücadele devam edecektir.
Emniyet ve Yargıda bu mücadele sürerken TSK ve sivil bürokrasideki paralel unsurlar kendilerinin unutulduğunu sanmasınlar. Çok yakında onlara da sıra gelecektir. Bilinsin ki devlet yavaş işler ama mutlaka işler…
Darbe girişiminden 5 ay önce cumhurbaşkanımızın çevresinde rehavetini sitem ederek kaleme almıştık
Bu yazımda da FETÖ ile mücadelede bir geriye dönük değerlendirme yapmışım; gördüğüm ihmaller üzerine kızgınlığımı, sinirimi, Ak Parti ve Sayın Cumhurbaşkanı’mızın çevresindekilerin rehavetine sitem ve uyarımı dile getirmişim… Ve bu yazıda söylediğim gibi; Allah korusun, “Atı alan Üsküdar’ı geçmek” üzereydi ki; bu necip milletimiz buna yol vermedi.
İŞTE SİTEM VE UYARILARIMIN OLDUĞU BİR PORTRE
“’Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum’ sözünü söyleyerek yazıma başlamak zorundayım. Çünkü Paralel gibi tehlikeli bir yapıyla mücadelenin sadece Erdoğan ve onun gibi inanmış bir avuç kadroyla yürütüldüğünü görmek içimi acıtıyor.
Erdoğan ve onun açtığı siyasi yolda istikbal elde edenlerde gördüğüm “neme lazımcılık” tavırlarını şaşkınlıkla izliyorum. Erdoğan’ın mücadele heyecanının binde birini göremiyorum maalesef. Türkiye tarihinin örneğine şahit olmadığı bu lanet yapıya ve tehlikeye karşı rehavet içinde olmak, bastığın dalı kesmekten başka bir şey değildir.
Haberlere bakıyorum; “emniyette şu kadar, yargıda bu kadar” bilmem ne gibi haberler veriliyor ve Paralel Yapı’nın tamamen tasfiyesinden söz ediliyor. Hâlbuki mücadele hala başlangıç safhasında ve asla rehavet kaldırmayacak noktadadır. Şu anda PKK ile doğu şehirlerimizde çok ciddi mücadele verilirken bu yapının işbirliklerini görüyoruz. Operasyon yapan polise, jandarmaya hala zarar verebildiklerini görüyoruz. Hala gövdeyi içten kemiren Paralel unsurları görüyoruz.
Hani nerde tam temizlik, hani nerde paralel yapının tasfiyesi…
Hala devletin hemen her kurumunda sessizliğe bürünüp uykuya yatmış haldeler. Temizlenen hala nerdeyse hiçbir şey yok. Hala kamunun imkânlarını kullanmaktalar. Hala iş ve işlemlerini yürütmeye devam etmekteler…
Beyler akıllı olalım, soğukkanlı olalım ve aklımızı başımıza alalım, mücadeleyi cansiperane sürdürelim. Emin olun yoksa bu yapı yaralı hayvan gibi çok daha tehlikeli olacaktır ve olabilir. Çünkü gösterilen gaflet, rehavet ve boş vermişlik öyle bir noktaya gelir ki; hepinizin ihaneti olur. İşte o zaman da ah vah ederek; keşke keşke demeye başlarız ki, “atı alan paralel yapı Üsküdar’ı geçmiş” olur.
Tüm bu nedenlerle sorumluluk ve inisiyatif noktasındaki herkese tam da bugün söylüyorum ki; paralel yapıyla vermediğiniz mücadele milliyetinize saygısızlık, milletinize umursuzluk ve devletinize ihanet olur.
Darbe girişimi öncesi güvenlik konsepti oluşturulmasını teklif etmiştim
Bu yazıda çözüm önerileri dile getirdim. Paralel Yapı başta olmak üzere PKK, PYD ile ilgili yapılması gerekenleri söyledim. Ve bu önerilerimin bir kısmının henüz şimdi hayata geçirildiğini görüyoruz.
Milli Güvenlik Kurulu; Cumhurbaşkanı’mızın başkanlığında geniş katılımlı şekilde acilen toplanmalı ve yeni bir “güvenlik konsepti” oluşturmalıdır.
Paralel örgütün ayak oyunları
Nisan 2016/Bir Portre
Sözü çok uzatmadan Paralel yapılanmanın hız kesmeden devam eden ayak oyunları ve ihanetlerinden bahsedeceğim.
Emniyet, Yargı ve diğer bürokrasi içindeki “paralel” mensuplar farklı reflekslerle hareket etmeye başladılar. Bu süreçte kendilerini deşifre edip, mücadele edecek potansiyeldeki kişileri, eski alışkanlıkları gereği, “uyduruk delillerle” bir şekilde lekeleyip, adeta beyazı siyah yaparak devletin yanındaki ama kendilerine en büyük hasım gördükleri kişileri “paralelci” diye pasifize etme politikası izlemeye başladılar.
BİR PORTRE’DE UYARDIĞIM 7. KOLORDU KOMUTANI FETÖ SORUŞTURMASI İLE TUTUKLU
“Maalesef Mardin’de istenmeyen şeyler yaşıyoruz. Şehit veriyoruz, kayıplar geliyor. İçimiz yanıyor. Mardin Valisi, Emniyet Müdürü, 7. Kolordu Komutanı ne yapıyor?
Bölge sıkıntılı kolordu komutanından, Emniyet ise Validen şikâyetler artıyor…
Ne oluyoruz beyler, Mardin’de ne oluyor… Sizlerin basiretsizliği bize şehit olarak geri dönüyor. Pasifliğin, küstahlığın, kaprislerin ve hatta gizli art niyetlerin bedeli şehit sayımızın artması olarak gelmemeli ve aksi takdirde bunun adına millilik denmeyeceği gibi başka bir kelimeyle ifade edilir.
Buradan sesleniyorum Mardin’e ivedilikle çözüm bulunmalı, derin ve titizlikle incelenerek müdahale edilmeli zira Mardin’de mücadele SUR gibi ilerlemediği kanısı var bende…
Hain hala polis, asker üniforması giymekte, yargı, emniyet, askeriye kimlikleriyle en mahrem noktalarda ihanetlerine devam etmekteler…”
(Bugün görüyoruz ki; Mardin-Nusaybin temizlik harekâtında FETÖ’cü polisler ve tugay komutanı tuğgeneralin ihaneti var. Şimdi general ve ihanetçi emniyet görevlileri tutuklu)
Fetöye rehavet, Devlete ihanet
BİR PORTRE / NİSAN 2016
Hala rehaveti, aymazlığı ve tehlikeyi görmeyen basiretsizliği görünce yine aynı konuda sarılmışım yazmaya; “Fetöye Rehavet Devlete ihanet” diye… Çünkü tehlikenin büyüklüğü ve adım adım eyleme geçişine dair gözlemleri bana adeta feryat ettiriyor sürekli uyarma gereği hissediyordum. Hele de Ak Parti yönetiminden bu alçak yapıyla ilgili biraz müsamahakâr sözler duyunca kan beynime sıçrıyor, çıldırıyorum. Bu nasıl bir gaflet, bu nasıl bir rehavet diye… Dayanamıyor ve yazmaya başlıyorum ben de…
Sizlere yeniden sunduğum yazılarımda bazı konu ve uyarıların tekrarını göreceksiniz. Bunları bilinçli şekilde yaptım, sürekli uyardım, uyardım, uyardım…
“Defalarca yazdım, toplantılarda söyledim, ülkesini canı pahasına seven bir vatansever olarak elimden gelenden öte bir mücadele verdim, veriyorum ve vereceğim.
Paralel Yapı’nın PKK’dan daha tehlikeli bir örgüt olduğunu defalarca söyledim. Devletin bekasına, varlığına ve birliğine kasteden bu yapının “Ayrık otu” gibi olduğunu ve devletimizin milli güvenliğini tehdit eder bir nitelik gösterdiğini hep dile getirdim”
DARBE GİRİŞİMİNDEN 23 GÜN ÖNCE BİR PORTRE’DE, “Mevzubahis Vatan ise gerisi teferruattır”
Bu yazıyı 15 Temmuz Darbe girişiminden 23 gün önce yazdım. Belli ki, bizim burada da dile getirdiğimiz en kesin ve radikal FETÖ temizliğini, alçaklar da fark etti ve hain eylemlerini uygulamaya geçtiler. Özellikle bu yazıdaki başlatılan sürecin bu ihanet şebekesini tam korkutarak 15 Temmuz alçak katliamına teşebbüs ettiklerini şimdi daha net görebiliyoruz.
““Mevzubahis Vatan ise gerisi teferruattır’ Bu veciz, derin ve anlamlı cümleyi defalarca yazdım. Belki okurlar ‘neden, niçin, sürekli bu vurgu’ demiş bile olabilir.
Ama benim için gerçekten aslolan, vatandır, devlettir, millettir… Tek kelimeyle ifade edecek olursak; Türkiye Cumhuriyeti’dir…
Bu nedenle de yazılarımda içerden ve dışarıdan ülkemize gelen saldırılara yönelik mücadeleyi sürekli dile getirdim. Bıkmadan, usanmadan bir devlete sahip olmanın anlamını vurgulamaya çalıştım. Ateş çemberinde bir ülke olduğumuzu ve ülkemizin bağımsızlığının temel esas olduğunu hep söyledim ve hep de söyleyeceğim.
Bu yüzden de “paralel yapı” ve PKK tehlikesine karşı top yekûn mücadelenin tavizsiz ligini hep dile getirdim. Bu iki terör örgütünün devletimizin “beka” sorunu olduğunu söylemekten hiç vazgeçmedim.
Yeni hükümetle birlikte bu iki ana terör örgütüne dair mücadelenin teşhis, tespit safhasından tedavi ve operasyon sürecine girmiş olduğunu görmenin memnuniyetindeyim. Devletin bürokratik kademelerindeki “paralel unsurları” temizleme konusunda fiili faaliyetlerini görmeye başladık. Bu henüz başlangıç ve dalga dalga devam edecektir.
Bakanlıklarda müşterek kararname ile atanması yapılanların çok hızlı şekilde değiştirilmesine ve bazılarını yargıya havale edilmesine matuf adımlar başladı. Bu adımlar gün be gün artacak ve devletimizin kadrolarına “ayrık otu” gibi sirayet etmiş “paralel haşereler” temizlenecektir. Bu temizlik hareketi işlemlerinde yeni hükümetin hassasiyetine inanıyorum.
Yakın zamanda Meclisimizin çıkaracağı kanunlar ve hükümetin sevk edeceği KHK’lar ile FETÖ unsurları devletin kılcallarından titizlikle temizlenecektir. Bu konuda tekraren söylediğim 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’ndaki elzem nitelikteki değişikliğin de çok yakın zamanda Meclis’ten geçeceğini düşünüyorum.
Mevzubahis Vatan ise gerisi teferruattır….”
İşte sevgili okurlar Bir Portre yazarınız Cengiz Aygün’ün milli duruşu aynen böyle idi, bugün de aynı yarın da Allah’ın izni ile aynı olacak.
Bir sonraki yazıda buluşmak üzere Allah’a emanet olun sevgili okurlarım.
ünlü bürokrat cengiz aygün beyefendilere aynı fikirde olduğumuzu belirtmek isterim
Türkiye’de Enerji Ekibi olarak yorumunuz için teşekkür ederiz.