Sevgili Bir Portre okurları, yeni bir sayıda daha sizlerle beraber olmanın haklı gururunu yaşıyorum.
24 Haziran’daki ‘Çok Erken Seçim’e giderken yine rehavet görüyorum.
Taşın altına elini sokması gerekenlerin ataletini, tembelliğini ve “Reis nasılsa yine kazanır” aymazlığını müşahede ediyorum.
Erdoğan ve “birkaç iyi adam” haricinde, sorumluluk merciindeki yetkililerin, bu erken seçimin sonuçlarının anlam ve önemini pek de kavrayamadıklarına şahit oluyorum.
Erdoğan, “metal yorgunluk bitti” dedi ama hala bazı kafaların gafletten uyanamadıklarını fark ediyorum.
Genel Merkezden il-ilçe teşkilatlarına kadar, beklenilen uyanışın ve sathı mailine girdiğimiz seçim için, anlam ve önemine uygun bir hazırlık mentalitesi oluşmadığının kaygısını yaşıyorum.
Hal böyle olunca emin olalım ki; seçim kazanılsa bile sıkıntı bitmez.
Başkan’ın alacağı oyla AK Parti’nin alacağı oy arasında azımsanmayacak ve sistemin işleyişini doğrudan etkileyecek bir fark çıkabilir.
7 Haziran 2015 seçim sonuçlarını kimse unutmasın.
Bu seçimin parlamento ayağında 7 Haziranvari, ama daha ağır sonuçları olacak, ikaz verme amaçlı ve telafisi mümkün olmayan bir süreç yaşanabilir.
Bunun için hemen, behemehal AK Parti yönetiminin uyanması ve yaşadığımız şu seçim sürecinde, telafi yollarına başvurması elzemdir.
Peki neler yapılabilir…
Öncelikle, 6 Mayıs’ta sunulacak seçim bildirgesinin içeriği dolu, eyleme dönüşebilir ve sahici argümanlar içermelidir.
Bu bildirge halka sadre şifa olacak ve adeta, “hah işte budur, hayatımıza doğrudan dokunacak pratikler bunlardır” diyebilecek nitelikte olmalıdır.
Siyasi hamasetten uzak; kısa-orta-uzun vadeli içerikte ve ikna edebilirliği oldukça yüksek ve kabul edilebilir proje ve planlar dile getirilmelidir.
Özellikle, ekonomiye dönük atılacak adımlar net, açık ve genelce makul bulunabilir ve kabul görecek doneler içermelidir. Kitleler ekonomiye dair psikolojik olarak rahatlatılmalı ve “acaba kriz mi olacak, paramız pula mı dönecek” kaygı ve tedirginliği giderilmelidir.
Milletvekili aday listeleri, kılı kırk yararcasına hazırlanmalıdır.
Öncelikle, mevcut kadrolarda FETÖ konusunda direk veya dolaylı irtibat ve iletişimi olanlar tasfiye edilmelidir. Kimseye doğrudan irtibat ve iltisaklı demiyorum. Kimin nesi var veya yok devletin ilgili kurumları ve siyaset kurumu bilir/biliyordur. Ama herkes annesinden vekil doğmadı ve vekil olarak ne emekli olacak/ölecek diye bir kaide yok. Hal böyle olunca; adıyla ilgili -sansasyon bile olsa- konuşulanlar dinlenmeye çekilmeli ve hayatlarını normal vatandaş gibi sürdürmelidir. Hiç kimse vazgeçilmez değildir.
Bu süreçte öyle bir hareket stratejisi olmalı ki; “Erdoğan gereğini yaptı ve şu veya bu şekilde bu alçaklara bulaşan, yolu kesişen veya hakkında söylenti çıkanları ve hatta mahkemelere konu bile olmayanları tasfiye etti, böylelikle siyaseten de yapması gerekenleri yaptı.” dedirtecek şekilde olmalıdır ki, birisi kalkıp da; yanından yöresinden irtibatlandırılan ortalama vatandaşlar ihraç edilip, tutuklanırken siyasilere dokunulmuyor demesin. FETÖ mücadelesinde adaletsizlikler oluyor, kişiye göre muamele yapılıyor, dayısı-gücü-parası olan, vekil olan, partici olan yırtıyor söylemleri boşa çıksın.
Yolsuzluk, kişisel iş takibi, bireysel kazancın öncelenmesi gibi iş ve eylemlere tevessül edenler, bu konuda yetkisini ve gücünü kullananlar, eş-dost kayırmacılığı içinde olanlar aktif kadrolardan gönderilmelidir. Bazı şeylerin “şuyûu vukuûndan beterdir” derler. Maalesef siyasilerin, onların eş-dost ve çocuklarının hatta etkin görevde bulunan biriyle biraz teması olanların devlet imkanlarında kendini ayrıcalıklı görmeleri, bir diğer vatandaşa üstünlük taslamaları ve kamu otoritesi karşısında kendilerine imtiyaz atfetmeleri kulaktan kulağa, dilden dile konuşulup işitiliyor. Yapılacak tercihlerde bu durumun mutlak dikkate alınması ve bu konuya gösterilen hassasiyet halka “sahici” şekilde, icraatla farkettirilmelidir.
Uzun zamandır milletvekili veya üst düzey siyasi kadroda bulunmaktan dolayı aktivasyon ve heyecanını kaybedenlerin, şöhretin şehvetine kapılanların, kerameti kendinden menkul sananların, kendine oy verenlere üstenci ve mağrur-mütekebbir bakanların, melali kaybedenlerin tasfiye edilmesi olmazsa olmaz mesabesindedir.
“Ben kendime bile vakit ayıramıyorum, kendi işimi gücümü aksatıyorum” diyerek, yaptığı vekilliği veya parti görevini ayakbağı gibi görüp; adeta lütfedercesine bir algı ve izlenim oluşturanların behemahal gönderilmesi; şevkle, heyecanla, canla-başla ve“amatör bir ruhla” çalışacak yeni ve yepeni kişiliklerin tercih edilmesi elzemiyet kesbetmektedir.
“Aslında ben istemiyorum, ben şu kadar zamandır zaten vekillik yaptım ama seçmenden baskı var ve/veya parti genel merkezi yeniden aday olmamı istiyor” gibi, “istemem yan cebime koy” şeklinde tavır ve davranış içinde olanlara müdana edilmemesi ve hemen değiştirilmesi gereklidir.
Ülkemiz bu seçimle yeni bir yönetsel sisteme giriyor. (Rejim demiyorum sistem diyorum dikkat ederseniz. Çünkü CHP’nin dillendirdiği gibi bir rejim değişimi olmadı, sadece yönetim sistemi değişti.) Bu yeni sistemin oturması, kurumsallaşması ve herkesçe kabul edilebilirliği için yeni parlamentonun “omurgalı” kişilerden oluşması çok büyük önem atfetmektedir. Aksi takdirde çok büyük sıkıntı ve olumsuzluklar beklenilir hale gelinecektir.
Seçmenin psikolojisi, sosyolojisi, demografisi dikkate alınarak; 15 yıl önceki koşulların, nereden nereye geldiğinin farkındalığı içinde, 2002’de üç yaşında olanların oy kullanacağı gerçeğini unutmadan aday tercihi yapılmalıdır.
“Nasılsa Erdoğan kazanır. Çöpü dikse oy alır” gibi yaklaşımdan şiddetle uzaklaşılmalı, “muti ve tabi” olacaklardan ziyade, “yüksek profilli”, halk tarafından muteber ve kişisel olarak ilave oy getirecek kişilerin tercihlerde öne çıkartılması mutlak gereklidir.
Partililerin subjektif tercihlerine, temayül yoklamalarındaki al-ver’lere, parti üst kademesinde şunu-bunu tanıyanların kayırmacı referanslıklarına itibar edilmemeli; bölgesinde partili-partisiz herkesçe makbul görünürlük dikkate alınmalıdır.
Daha söylenecek çok şey var ama; tercihlerde millilik, vefa ve fedakarlık, omurgalı duruş, melal ve ıstırap sahibi olabilirlik, vicdan ve Allah korkusuna sahiplik, hakkaniyet ve adillikte herkese olabildiğince objektiflik gibi hasletler öne çıkartılmalı ve buna uygun adaylar tercih edilmelidir.
Aksi takdirde ciddi bir tehlike kapımızdadır.
“Şu kadar duble yol yaptık, sağlıkta bu kadar yatak kapasitesi artırdık, okullarda bilmem ne kadar derslik yaptık” gibi sayısal ölçütlerle bir yere varılmaz.
Halk artık bunlarla ilgili bıkkınlık noktasına geldi.
Artık halk, “Amenna yaptınız bunları, Allah razı olsun, ama artık sürekli de bunu dile getirip durmayın. Çünkü biz de sizi 15 senedir iktidarda tutuyoruz. Her seçimde oy verdik” gibi, haklı olarak serzenişte bulunur hale geldi..
Sürekli yapılanları söylemek artık başa kakmak noktasına geldi.
Kaldı ki; halkı bu bilinç ve doygunluk noktasına bu iktidar getirdi.
Kadroların heyecanı azalınca hizmet yavaşladı ve maalesef halka/seçmene eleştiri başladı.
Çünkü kadrolar yoruldu, kanıksadı ve bulundukları yerleri sıradanlaştırdı.
Artık yenilenme, tecdit ve reformun aday tercihleriyle acilen başlaması noktasındayız.
Çünkü muhalefet de bunun farkında ve parlamentoda AK Parti ve Erdoğan’ı zora sokacak düşünce ve planlar içinde.
Bugünden tezi yok ciddiyet esas olmalı ve özellikle vekil listeleri millet nezdinde ikna edici değişiklikler getirmelidir.
Eğer Erdoğan’ın alacağı oyla, Ak Parti’nin alacağı oy arasında ortaya çıkacak fark parlamento aritmatiğinde karar almayı etkileyecek noktada olur ve muhalefetin elini güçlendirirse; seyreyleyin gümbürtüyü ve olacakları…!
Benden söylemesi…
Not: Önümüzdeki günlerde kabine ve bürokrasiye dair düşünce ve önerilerimi paylaşacağım.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlarım…