Ana SayfaKÖŞE YAZARLARIBizde İstanbul’a dönüşü severiz

Bizde İstanbul’a dönüşü severiz

Sevgili Portreler okurları, yeni bir sayıda daha sizlerle beraber olmanın haklı gururunu yaşıyorum.

Yahya Kemal’e Ankara’nın nesini seversin diye sorarlar;

“İstanbul’a dönüşünü…” der.

Ve aynı Yahya Kemal konuşur İstanbul’la; Sana dün bir tepeden baktım,

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer”

Ve devam eder;

“Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul,

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre bedel…”

İstanbul… Şehirden öte bir şehir…

Her devletin, her milletin, her liderin fethetmek ve sahip olmak istediği bir “ütopya şehir”.

Makedon kralı Filip, Roma kralı Septim, İran kralı Keyhüsrev…

Muaviye üç kez teşebbüs etmiş, Emeviler, Abbasiler…

Ruslar, Macarlar, Latinler, Venedikliler, Cenevizliler…

Yıldırım Beyazıt dört kez kuşatmış, II. Murat da. Başaramadılar…

“Bunca kuşatma bunca can…

Olmamış, düşmemiş İstanbul.

Çünkü Fatih’ini bekliyormuş…”

Fatih Mehmet; “ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul’u” der.

Ve fetih, Sultan Mehmet’e nasip olur.

İşte İstanbul, böyle bir şehir….

Necip Fazıl’a da ilham olmuştur;

“Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;

Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? ..

Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;

Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet…

O manayı bul da bul!

İlle İstanbul’da bul!

İstanbul,

İstanbul…”

Öyle bir şehirdir ki İstanbul; dünyanın merkezi gibidir.

Anadolu’nun anahtarıdır,

Liderlerin karinesidir,

Şehirlerin şahıdır.

Kazanan, her yeri kazanandır, kaybeden çok şeyi kaybedendir.

Bu şehir, her dönemin gündemidir.

Sevgilerin, hayranlıkların, aşkların olduğu kadar; acıların, kederlerin, sitemlerin, kızgınlıkların da ilhamıdır, İstanbul.

Tevfik Fikret, bir devre ve yönetime öyle kızgındır ki; tüm sinirini İstanbul’dan çıkartır.

“Sarmış ufuklarını gene inatçı bir duman,

Beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan” diye başlar.

Bezginliğini ve bedbinliğini beyitlere öyle döker ki, adeta şiir dillenir;

“Ey köhne Bizans, ey büyüleyici koca bunak,

Ey bin kocadan artakalan el değmemiş dul..” şeklinde devam eder ve sosyal, siyasal mesajlar vermeye başlar;

“Ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu.

Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için,

Yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!

Ey tutulmayan vaatler, ey sonsuz muhakkak yalan,

Ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”!

Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!

Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;”

Günümüz İstanbul’uyla ilgili de az değildir; sitemler, kaygılar, ağlayışlar ve kahırlar…

Yusuf Hayaloğlu’nda dillenir İstanbul kahırları; İstanbul.. ey İstanbul..!

Acılar kraliçesi…

İhtişamın ve sefaletin çaresiz bacısı…

Ve ey, çürümenin, yok olmanın

Amansız sancısı!

Ciğerlerim çatlıyor,

Duymuyor musun…?

Hayaloğlu Fikret’ten etkilenmiş gibi ve neredeyse yüzyıl geçmesine rağmen değişen bir şey yok dercesine İstanbul üzerinden haksızlık, adaletsizlik ve yanlışlara parmak basmaya devam ediyor;

“Bütün bu ezginler, tükenenler,

Yerlere serilenler, tutunamayanlar;

Sarsmıyor mu seni hiç,

Bunca infilak, Bunca isyan çığlıkları..!”

Ve Hayaloğlu artık isyan ve çaresizlik halindedir; “Ağlamak istemiyorum.. yenildim sana..

Hikayenin özeti bu…

Bir istimlak gibi ödedin,

Ve çiğneyip geçtin maceramı!”

Sonunda Hayaloğlu;

“İstanbul ey İstanbul…

İhanetin ve ihbarların,

Arkadan dolaşan bıçağı..

Ve bütün ödeşmelerin, yüzleşmelerin, Erkekçe vuruşmaların kaçağı!

Beni harcadın ulan, beni sattın,

Utanmıyor musun…!” diyerek, şiirine nihayet verir.

Şimdi gündemin tam ortasında yine İstanbul var.

Sende, bende, onda, ülkede, dünyada İstanbul…

“Ölümcül kazanma” savaşının göbeğinde, İstanbul…

Yine, İstanbul’u aşan bir İstanbul mücadelesi.

Tarafların; “Ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni” şeklinde özetlenecek İstanbul hırsı… Ama hangi İstanbul..?

Yahya Kemal’lin, “bir tepeden baktığı Aziz İstanbul” mu…

Yoksa Necip Fazıl’ın; “O manayı bul da bul, İlle İstanbul’da bul” diye anlattığı İstanbul mu..!

Veya Tevfik Fikret’in tüm kızgınlığıyla; “Ey bin kocadan arda kalan el değmemiş dul” dediği İstanbul mu..!

Ya da Yusuf Hayaloğlu’nun; “Ve bütün ödeşmelerin, yüzleşmelerin, erkekçe vuruşmaların kaçağı!” diyerek isyana ettiği İstanbul mu…!

Yoksa yoksa “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur” Hadis’inde bahsi geçen maneviyatı, kutsiyeti, muştusu, deruniliği olan (eğer kalmışsa) bir İstanbul mu….

Bir sonraki Portreler yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlar.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img

BUNLARI DA OKUYUN