Ana SayfaGENELAzerbaycan'da toplanan COP_29 zirvesine enerji politik bakış

Azerbaycan’da toplanan COP_29 zirvesine enerji politik bakış

Dünya gündemini sıklıkla işgal eden bir konu “İklim Değişikliği” olmaktadır. Önceleri “Küresel Isınma” olarak söz edilen bu değişim süreci, dünyanın farklı bölgelerinde farklı etkileriyle ortaya çıktığından son dönemlerde, daha doğru bir ifadeyle “İklim Değişikliği” olarak ifade edilmektedir. Tanım olarak ise, “Nedeni ne olursa olsun iklimin ortalama durumunda ve/veya değişkenliğinde onlarca yıl ya da daha uzun süreler boyunca gerçekleşen değişiklikler” olarak betimlenmektedir.

Burada şunu belirtmek yerinde olacaktır ki; iklim değişikliği konusu gerçekte hayli karmaşık etkileşimler silsilesiyle ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan basitçe açıklanması da zorluklar arz etmektedir. Dolayısıyla iklim değişikliği etkilerini önlemek ve/veya hafifletmek hiç de kolay olmamaktadır.

Üzerinde yaşadığımız dünya için iklim değişikliği, gerçekte yeni bir olgu değildir. Çağlar boyunca dünyada ısınma ve soğuma süreçleri birbirini takip eden şekilde döngüsel çevrimler bağlamında kendini göstermiş bir olgudur. Dünya üzerinde insanlar varken de yokken de böylesi değişimler yaşanmıştır.

Dünya yüzeyindeki ısınma ve soğuma süreçlerine sebep olan esas neden, dünyanın enerji bilançosunu değiştiren etmenler olmaktadır. Dolayısıyla karmaşıklık ihtiva eden iklim sistemi, esas itibariyle güneşten alınan enerji ile ilgilidir denebilir. Bir başka deyişle, dünyanın güneşten aldığı enerji ve bir başka deyişle dünya enerji bilançosundaki değişimler burada etken olmaktadır.

İklim değişikliğinin sebebi olarak başlıca iki grupta toplayabileceğimiz etmenden bahsedilebilmektedir. Bunlar “Kozmik Etkiler” ve “Antropojenik Etkiler” olarak betimlenmektedir. Kozmik etkiler arasında; dünya yörüngesindeki değişimler, güneş faaliyetlerindeki değişimler, manyetik kutbun kayması vb. gibi etkenler olabildiği gibi dünya atmosferindeki değişimler de etkin olabilmektedir.

Dünya atmosferinde, iklim değişikliğine neden olabilecek önemli bir etmen sera gazları olmaktadır. Doğal olarak sera gazı salımı zaten vardır.  Ancak bundan ayrı olarak insanoğlundan kaynaklanan sera gazı salımları önemli olabilmektedir. İşte burada antropojenik etki kendini göstermektedir.

Sera gazları betimlemesi ile bilindiği üzere; karbon, azot ve kükürt oksitler, metan, su buharı ve ozon ifade edilmiş olmaktadır. Sera gazları içinde önemli bir tanesi karbondioksit olup dünya atmosferinde ilim üzerinde en olumsuz etkiyi oluşturduğu kabul edilmektedir. Nitekim sera gazı etkisi incelenirken karbondioksit “indikatör” olarak ele alınmakta ve çoğu kez de karbon dioksit üzerinden değerlendirmeye gidilmektedir.

Burada şunu da belirtmek yerinde olacaktır ki; karbondioksit için doğa kaynaklı olarak özellikle denizlerden önemli çıkışlar söz konusu olmakta, ayrıca canlıların (insanların, hayvanların ve bitkilerin) solunumu da burada önem arz etmektedir. Bunlara ilaveten insanların faaliyetlerinden dolayı salımlar da söz konusu olmaktadır. Özellikle de enerji üretimi sırasında salınan karbondioksit, başta gelen antropojenik etkiyi oluşturmaktadır.

Sera gazlarına ve bu bağlamda karbondioksit salımına insanoğlunun katkısı esas itibariyle sanayi devriminden sonra hayli önem kazanmıştır. Zaman ilerledikçe yazık ki; bu salımın giderek artan bir trend gösterdiği gözlenmiştir. Günümüzde insanoğlunun katkısı küçümsenmeyecek boyutlara ulaşmış bulunmaktadır. Sorun küresel olduğundan, sera gazlarının olumsuz etkileri sınır tanımayan ve her ülke için risk oluşturan bir mevzu haline gelmiştir.

İklim Değişikliğiyle İlgili Uluslararası İnisiyatif Girişimleri

Sera gazı salımının ve özellikle de karbondioksitin artışının yadsınamaz boyutlara ulaşmaya başlamasıyla birlikte bazı uluslararası çalışmalar ve etkinlikler gerçekleştirilmiştir. İlk olarak 1972’de Stockholm’de “Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı” toplanmış, 15 yıl sonra, “Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu” oluşturulmuş ve “Bizim Doğal Geleceğimiz (Our Common Future)”adını taşıyan bir uyarı Raporu yayınlanarak “sürdürülebilirlik” kavramı tanımlanmıştır.

Bu Raporun yayınlanmasından 5 yıl sonra 1992 Yılında Rio’da Birleşmiş Milletler (BM) tarafından geniş kapsamlı bir Konferans düzenlenmiş ve konuya ilişkin Ortak Rapor yayınlanmıştır. 10 yıl sonra ise benzer bir zirve Johannesburg’da toplanmış ve alınan yol belirlenmeye çalışılmışsa da önemli bir gelişim sağlanamadığı gözlenmiş ve zirve başarısızlıkla sonlanmıştır.

Öte yandan, Rio zirvesi doğrultusunda teknik ve somut limitlerin konulduğu Kyoto Protokolu 1997’de imzaya açılmış ve bu protokolün ekinde ülkeler iki kategoride toplanmıştır. Söz konusu bu Protokol; (Türkiye’nin de dahil olduğu) gelişmiş Ek 1 ülkelerinin sera gazı salımlarını azaltmalarını kabul etmelerini ve 2008-2012 yılları arasında, 1990 yılı seviyesinden ortalama %5 aşağıya çekmelerini istemektedir. Aksi takdirde (oluşturulacak Karbon Borsası bağlamında) ilave ödeme yapmalarını öngörmekteydi.

Kyoto protokolünü ABD dışındaki hemen her ülke imzalamıştır. Ancak, ABD’nin o dönemde en büyük sera gazı salımı yapan ülke olarak protokolü imzalamamış olması ve ilaveten 2012 ye yaklaşılırken 2008 ekonomik krizinin yaşanması ile bu ekonomik krizin etkilerinin tüm ülkeler için yıpratıcı olması sonucunda Kyoto protokolü gerekleri yerine getirilememiştir.

Bütün bu girişimlerden sonra; 2015 yılında iklim değişikliğini önlemek için 21. BM Toplantısı Paris’te toplanmıştır. COP-21 olarak da nitelenen bu toplantı sonucunda, Aralık 2015’te üzerinde mutabakat sağlanan kararlar oluşturulmuştur. Söz konusu kararlar (ABD de dahil olmak üzere) “oybirliği” ile kabul edilmiştir.

COP-29

COP-21’den sonra, “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (UNFCCC)” taraf olan ülkeler her yıl COP (Conference of Parties) toplantıları olarak yapılmaktadır. Son olarak iklim değişikliği ve çevresel sürdürülebilirlik konularında küresel bağlamda en önemli zirve olarak kabul edilen böylesi bir toplantı, COP-29 olarak Azerbaycan’da 11-24 Kasım 2024 tarihlerinde gerçekleştirilmiştir.

Konferansa, üst düzey devlet yetkilileri ve çevre hareketlerinin önde gelen isimleri katılmışlardır. Bununla beraber, Rusya, Almanya, Fransa, Kanada, Brezilya gibi ülkeler devlet veya hükümet Başkanı düzeyinde Zirveye katılmamışlardır.

COP-29’da farklı ve zıt görüşlerin ortaya çıktığı gözlenmiştir. İklim değişikliğine ilişkin karşı çıkmalar olmasına rağmen aceleyle kabul edildiği ifade edilen bir anlaşmanın ortaya çıktığı söylenebilir. Ancak, ittifakla kabul söz konusu olmamıştır. Ortaya koyulan metne göre; “2035 yılına kadar yılda en az 300 milyar dolar” iklim finansmanı hedefi belirlenmekte ve bir Yol Haritasının başlatılmasından bahsedilmektedir.

Zirvede, metni reddeden ilk ülkenin Hindistan olduğu görülmüştür. Halen, en büyük karbondioksit salımı yapan ülkelerden olan Hindistan’ın bu tutumu, (bu kadar bir meblağın ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli olmadığı gibi bir tezle) bir dizi ülkeden destek aldığı da gözlenmiştir.

Öte yandan, Avrupa Birliği (AB) ve “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC)” Sekreterliğinin, anlaşmayı desteklediği söylenebilir. Ayrıca, AB paketteki hedefin “gerçekçi bir hedef” olduğunu ifade etmiştir.

Hindistan, Çin ve Suudi Arabistan’ın da, fosil yakıtlara olan bağımlılıklarını azaltmaya ilişkin girişimlere direndikleri gözlenmiştir. AB ile birlikte 25 ülke “yeni kömür yok” ilkesini benimsediklerini ifade ederken Hindistan, Çin ve ABD de dahil olmak üzere bir dizi ülke planı desteklemeyi reddetmektedir.

Emisyonları azaltmak için artan aciliyetle, 2021’de Glasgow’da yapılan “COP-26 İklim Zirvesi”nde kömürü “aşamalı olarak azaltmak” için küresel bir taahhüt dile getirilmişti. Buna karşın Hindistan’ın yeni kömür santralleri açmaya devam ediyor olması ve Çin’de kömür santrallerinin kullanılmaya devam ediyor olması gibi durumlar sorunların artarak devam ettiği anlamına gelmektedir. Burada, (özellikle de enerji üretimi konusunda) maddi destek eksikliği sorunun özünü oluşturuyor olmaktadır.

Sonuç

Bakü-Azerbaycan’da yapılan COP-29’da ülkelerin iklim değişikliğiyle ilgili daha iddialı hedefler belirlemeleri, emisyonları azaltmaya yönelik yeni stratejiler geliştirmeleri beklenmekteydi. Bu bağlamda, küresel işbirliğinin güçlendirmesi için ülkelerin yeni somut finansman hedeflerinin belirlenmesi gerektiğine ilişkin anlaşma üzerinde mutabakata varılması amaçlanmıştı.

Ancak, bir anlaşma metni ortaya çıkmış olsa da yeterli finansmanın olmaması zirvede tam bir mutabakatın sağlanamamasının ana nedeni olduğu görülmektedir. Bunda farklı iklim fonlarında yeterli paranın olmaması, aynı zamanda gelişmiş ülkelerin taahhütlerini yerine getirme konusunda sürekli olarak yetersiz kalıyor olması konunun ana odak noktasını oluşturmaktadır. İlaveten, Ukrayna’daki savaş, Gazze’deki sıcak çatışmalar gibi dünyanın gündeminde olan jeopolitik kargaşa, gelişmiş dünyanın ek finansman sağlama kapasitelerini zorladığı anlaşılmaktadır. Ayrıca, mevcut sınırlı fonları kimin kullanacağı ve kimin ihtiyaçlarına öncelik verileceği de ayrı bir sorun olarak kendini göstermektedir.

Kasım 2024’de Azerbaycan’da yapılan COP-29 İklim Zirvesi göstermiştir ki; farklı ulusal öncelikler ve hedefler, dünyanın iklim değişikliğine karşı mücadelesinde birleşik bir yaklaşım geliştirmede biteviye engel oluşturmaktadır. Ancak, dünyanın halihazırdaki konjüktrel durumu ve şimdiye kadar enerji politik olarak yapılmış olan tercihler iklim eylemlerindeki derin bölünmeleri oluşturmaktadır. Yakın gelecekte çözüme ulaşmanın zorluğu da önemli bir gerçeklik olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durumda ülkelerin kendi coğrafyaları ve enerji politik durumları bağlamında iklim değişikliği etkilerine uyum sağlamaya yönelik kendi programlarını geliştirip uygulamaları hayati önem taşımaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img
spot_img

BUNLARI DA OKUYUN