23.4 C
İstanbul
Çarşamba, Temmuz 2, 2025

Azerbaycan Üzerinden Şekillenen Bölgesel Dönüşüm

Must read

Son dönemde Güney Kafkasya ve çevresinde gelişen olaylar, sadece bölgesel güvenlik dinamiklerini değil, devletler arası ilişkilerde normların, kuralların ve güç ilişkilerinin yeniden şekillendiği daha derin bir dönüşümün habercisidir. Türkiye, Azerbaycan, Rusya, İsrail, Hindistan, Pakistan ve Çin arasında oluşan çok katmanlı ve karmaşık ilişkiler ağı, artık yalnızca askeri ittifaklar ya da ekonomik çıkarlarla açıklanamayacak ölçüde, karşılıklı tanıma, sınırların dokunulmazlığı, siyasi meşruiyet ve düzen kurucu ilkeler temelinde gelişmektedir.

Azerbaycan, bu dönüşümde merkezi konumdaki ülkelerden biridir. Türkiye ile geliştirdiği stratejik ortaklık, yalnızca bir kardeşlik söylemiyle değil, bölgesel düzen arayışına yönelik ortak bir vizyonla temellenmektedir. Bu ilişki, Karabağ Savaşı’ndan Zengezur Koridoruna, KKTC’ye verilen sembolik destekten Türk Devletleri Teşkilatı içindeki uyum politikasına kadar uzanan geniş bir alanı kapsamaktadır. Bu düzlemde Azerbaycan, normatif bir düzenin taşıyıcısı gibi hareket etmektedir: egemenliğe saygı, sınır güvenliği, kültürel yakınlık ve dayanışmacı birliktelik, dış politikasının temel yapıtaşlarını oluşturmaktadır.

Buna karşılık Rusya, geleneksel güç merkezi olma iddiasını kaybetmemek adına çevresindeki devletlerin kendi başlarına düzen kurucu pozisyonlara yükselmesini tehdit olarak algılamaktadır. Güncel bir örnek olarak Yekaterinburg’da Azerbaycan diasporasının önemli bir isminin gözaltına alınması, yalnızca iç güvenlikle ilgili değil, dış etki alanlarını sınırlama refleksinin bir sonucudur. Benzer şekilde, Azerbaycan’ın Sputnik ofisine düzenlediği operasyon, yalnızca bir medya hamlesi değil, dış müdahaleye karşı egemenliği savunma iradesidir. Bu gelişmeler, bölgesel düzenin nasıl kurulacağına dair iki farklı yaklaşımın çatışmasını temsil eder: biri güç merkezli ve denetleyici bir düzeni savunurken, diğeri egemen eşitlik ve karşılıklı meşruiyeti esas alır.

İsrail’in bu denkleme dahil oluşu ise daha karmaşık ve çelişkili bir yapı arz etmektedir. Bir yandan Gazze’de yürüttüğü yıkıcı askeri operasyonlar ve sivilleri hedef alan uygulamaları nedeniyle küresel sistemde “soykırım” suçlamalarıyla karşı karşıya kalmakta, uluslararası hukuk ve insan hakları normları bakımından derin bir meşruiyet krizi yaşamaktadır. Diğer yandan ise Azerbaycan gibi laik, seküler ve Batı ile dengeli ilişkiler kurma eğilimindeki bir devlette savunma sanayi ve istihbarat alanlarında ilişkiler geliştirmektedir. Bu ilişki, bölgedeki çıkar temelli ittifakların, ahlaki ve normatif değerlere değil, büyük ölçüde güvenlik kaygıları ve teknolojik bağımlılıklar üzerine kurulduğunu göstermektedir. İsrail, bu yapıda yüksek teknolojili savunma gücüyle düzen sağlayıcı gibi görünse de, uluslararası etik normları ihlal eden politikalarını perdeleyen bir işlevsellik üretmekte; bu da onu hem işlevsel hem de tartışmalı bir aktör hâline getirmektedir.

Çin ise bu gelişmeleri yakından izleyen ama doğrudan müdahil olmayan bir aktördür. Enerji geçiş hatları, altyapı yatırımları ve Kuşak-Yol güzergâhı gibi stratejik hedefler doğrultusunda Azerbaycan’ın istikrarını koruması Çin açısından kritik önemdedir. Bu nedenle Çin ne Rusya gibi müdahaleci ne de Türkiye gibi açık destekleyici bir rol oynar. Onun tercihi, sessizce genişleyen ama çatışmadan kaçınan bir nüfuzdur. Bu tutum, bölgesel düzenin yıkılmasından çok, onun ekonomik olarak şekillendirilmesine yönelik bir anlayışı temsil eder.

Hindistan, Güney Kafkasya’da doğrudan bir jeopolitik aktör olmamakla birlikte, bölgedeki güç dengelerini Pakistan merkezli güvenlik perspektifiyle izlemekte ve buna uygun pozisyonlar almaktadır. Özellikle Türkiye ile Azerbaycan arasındaki yakın askeri ve siyasi işbirliğinin, Pakistan-Azerbaycan-Türkiye ekseni biçiminde güç kazanması, Hindistan açısından stratejik bir dikkat alanı oluşturmuştur. Bu nedenle Hindistan, bu ekseni dengelemek amacıyla son dönemde Ermenistan ile ilişkilerini hızla derinleştirmiş, bu kapsamda silah ve savunma ekipmanı desteğinde bulunmuştur. Erivan’a yapılan bu askeri yardımlar, yalnızca sembolik değil, Azerbaycan’a karşı caydırıcı kapasite oluşturmayı hedefleyen pratik adımlar olarak değerlendirilmelidir.

Pakistan ise bölgesel dönüşümün içinde doğrudan görünmeyen ancak stratejik olarak konumlanan önemli aktörlerden biridir. Azerbaycan ile son yıllarda artan askeri ve diplomatik yakınlık, özellikle Karabağ Savaşı sonrası net bir dayanışma görüntüsüne dönüşmüş; Pakistan, Ermenistan’ı tanımayan az sayıdaki ülkeden biri olarak Azerbaycan’ın yanında konumlanmıştır. Bu yakınlık, Türkiye ile birlikte kurulan üçlü eksenin (Türkiye–Azerbaycan–Pakistan) hem güvenlik iş birliği hem de ortak diplomatik duruş üretme kapasitesini artırmıştır. Pakistan açısından bu eksen, yalnızca Kafkasya’ya açılmak değil, aynı zamanda Keşmir meselesinde uluslararası destek bulmak adına da önemlidir. Öte yandan, Pakistan’ın Hindistan karşısında izlediği dış politika doğrultusunda Azerbaycan’la ortak tatbikatlar, savunma sanayi iş birlikleri ve diplomatik koordinasyon, bölgesel düzenin şekillenmesinde etkisi zamanla artan, sessiz fakat güçlü bir hat oluşturmaktadır.

Tüm bu gelişmelerin merkezinde ise Türkiye’nin konumu dikkat çekicidir. Türkiye hem Azerbaycan’la kurduğu stratejik ortaklık hem KKTC’ye verdiği diplomatik destek hem de İsrail’e karşı kontrollü ve ihtiyatlı ilişki ile bölgede değer ve çıkarları dengeleme becerisine sahip az sayıdaki aktörden biridir. Bu denge siyaseti, Türkiye’yi yalnızca askeri ya da ekonomik bir güç olmaktan çıkararak, kurucu normlar ve bölgesel düzen inşasında merkezî bir aktör konumuna taşımaktadır. Ortadoğu’dan Güney Kafkasya’ya, Orta Asya’dan Doğu Akdeniz’e uzanan bu çok boyutlu diplomatik ağ, Türkiye’nin adeta yeni bir Sadabat Paktı ruhuyla hareket ettiğini göstermektedir. 1937’de Türkiye’nin öncülüğünde İran, Irak ve Afganistan arasında imzalanan Sadabat Paktı, nasıl ki dönemin karmaşık güvenlik ortamında bölgesel istikrarı hedefleyen çok taraflı bir dayanışma vizyonuysa, bugün Türkiye’nin Azerbaycan, Pakistan ile geliştirdiği ilişkiler de jeopolitik gerçekliklerle uyumlu, çok eksenli ve dengeleyici bir düzen tahayyülünün güncel versiyonu olarak okunabilir.

Gelinen noktada, Güney Kafkasya’dan Doğu Akdeniz’e, Orta Asya’dan Ortadoğu’ya ve Kuzey Afrika’ya uzanan geniş bir coğrafyada, yani Afro-Avrasya havzası genelinde, yeni bir siyasal düzenin doğuşu gözlenmektedir. Bu düzen yalnızca güç dengeleriyle değil, aynı zamanda hangi normların geçerli olacağı, hangi aktörlerin tanınacağı ve hangi işbirliği modellerinin sürdürülebilir olduğu soruları etrafında şekillenmektedir. Siyasal, diplomatik ve ekonomik sınırlar giderek daha geçirgen hâle gelirken, Afro-Avrasya’nın merkezî ekseni haline gelen Türkiye–Azerbaycan hattı başta olmak üzere birçok bölgesel denklem yeniden inşa edilmektedir. Bu dönüşüm, sadece bölge ülkeleri için değil, uluslararası sistemin bütünü açısından da yeni bir düzen mimarisine yön verme potansiyeli taşımaktadır.

Yazar Hakkında

Doç. Dr. Hakan Arıdemir, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Uluslararası Hukuk, Bölgesel Deniz Jeopolitiği Meseleleri ve Uluslararası Deniz Hukuku alanında çalışmalarını sürdürmektedir. Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü’nün kurucu başkanı olan Doç. Dr. Arıdemir, ulusal ve uluslararası düzeyde birçok akademik projeye, çalıştaya ve yayın faaliyetlerine öncülük etmektedir. Türkiye’nin Afro-Avrasya vizyonu ve Türk dünyası stratejileri üzerine derinlemesine analizler üretmektedir.

- Advertisement -spot_img

More articles

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Advertisement -spot_img

Latest article