Herkesin bir Yaşar Kemali var kimine göre Nobel ödülüne aday gösterilmiş büyük bir yazar, kimine göre bir hak savunucusu, kimine göre kazandığını dostlarıyla paylaşan iyi bir arkadaş.
Ama bizim Basınköyü’müzün her zaman Yaşar amcası oldu neden mi çünkü o sert, kızgın mizacının altındaki babacanlığı biliriz ve yaşadık bizler. Bir de Tilda teyzemiz vardı arkasında kapı gibi duran kitaplarını düzenleyen, çeviren her şeyi canı, kızdığı zaman yumuşatan, neşelendiği zaman onunla keyiflenen dert ortağı, can yoldaşı bizlerin de çok kahrını çekti limonataları, kekleri, verdiği öğütleri o yüzden Tilda’sız bir Yaşar Kemal olmaz.
Bizler Yaşar Kemal’i yazar olduğu, tanınmış bir kişi olduğu için değil mahallenin abisi olduğu için sevdik.
Gazeteci evlerinin önlerine diktiği cam ağaçlarının altında oynadık büyüdük, yaptığı uçurtmaları uçurduk, Atatürk ormanına yürüyüşler yaptık, Menekşe’ye denize gittik, Mikail bakkalın önünde yaptığı sohbetler, aldığı gazozlar, dondurmalar, çikolatalar, imzaladığı kitaplarıyla şenlendik tanımayan soğuk bir insan der, tanıyanın kulaklarında kahkahaları. Yediğimiz fırçalarsa çabası ama tuzu biberi. Niye baston kullanıyorsunuz deyince köpeklerden korkuyorum derdi.
Bir de Zilli Kurt’un hikâyesi var onu paylaşmadan olmaz. Bir kurt düşünün yemek için koyunlara saldırmalı doğada elinden geleni yapmalı yapısı içgüdüsü bu ama hikâye tam da burada başlıyor. Aç kurt bir köy evine geliyor fakat ev sahibi onu yakalıyor ve boynuna bir zil, yani çıngırak takıyor öldürmeye kıyamıyor ama cezasını da veriyor zili boynuna takarak salıyor. Bizim kurt aç koyunlara yanaşıyor zil seni duyan köpekler havlıyor koyunlar kaçıyor kurt aç, köylere iniyor zil sesini duyan tavuk keçi ne yarsa bağırıyor ev sahibi duyuyor kurt gene aç kısacası ölmekten kurtuluyor ama artık avlanamıyor yaşarken çile çekiyor.
Derdi ki Yaşar amca bizde kurttuk ama gençliğimizde taktılar bize zili yani uyarmadan yapamadık hiçbir şeyi çılgınlık yapmak istedik, haykırmak istedik hep zil çaldı ama o kadar iyilik yaptı ki ileri ki yaşlarında bence çıkardılar onu anlayanlar zilini ama Zilli Kurt hep gönüllerde yaşayacak hikâyesiyle.
Yürümeyi çok sever her fırsatta yürüyüş yapardı ben yürürken düşünür, düşünürken yazar, romanın taslağını bitirir ve sonra kaleme alırım derdi. Denizi çok severdi, Menekşeye iner balıkçılarla muhabbet ederdi, Lodosçulara hastaydı, denizin ne getireceği belli olmaz derdi. Lodosçuluk diye bir iş varmış ondan öğrendik. Boğazın rengini sorardı rengârenkmiş duruma göre hep renk değiştirmemiş. Bir de İMBAT varmış durgun denizde sessizliğin içindeki uğultuymuş deniz sevdalı bir Adanalı en huzur bulduğu yerdi deniz.
Bana Donkişotçum derdi. Umudun savaşçısı, işim de kunduracıdan zordur, o deriyi döver şekil verir çivisini çakar, ben yaşamı yontar kelimeleri çakar ışığa türkü söylerim. Herkesin bildiği Yaşar Kemal’i değil de bilinmeyeni anlatmaya çalıştım elimden geldiği kadar yaşadıklarımızla, gerisi her yerde var ama bu bizim Basınköyü’müzün Yaşar amcası. Köşeye bu kadar benden hikaye sığdı ama kitapta neler var daha sizleri bekleyen. “Ayi amca” var, Bambi’den sünnet düğününü bırakıp el öpmeye gelenler var, hikaye çok.
Sevgiyle kalın.