Bir hayalim vardı; kitap yazmak… Bunun için çok çalışmak ve tecrübe lazımdı. Yıllardır köşe yazısı yazıyorum ama bu başka bir şeydi.
İlk olarak, durumu kahve sohbetlerinde Ediz Çanakçı ile paylaştım. Bir hatıra duvarı yapalım, sonra sergisini açarız. Belki müzesini de kurarız.” dedim.
Hatıralarım, çocukluğum, gençliğim olsun istedim. Yaşadığım yer Basınköy, İstanbul’un incisi…Bir yanı Küçükçekmece Gölü, karşısı Marmara Denizi, yanı Atatürk ormanı, Atatürk Deniz Köşkü… Bunlar bile yeterdi güzelliğini anlatmaya ama devamı var bu hikâyenin.
Öyle bir semt düşününki bütün Cağaloğlu Babıali burada, gazeteciler, tiyatrocular, ressamlar, yazarlar, çizerler, yorumcular, karikatüristler, foto muhabirleri…Aslında hikâyem bir anı duvarı yapmaktı, geleceğe bırakacak hatıralar olsun istedim fakat bu kadar değeri sığdıramadım çerçevelere.
O zaman sergi açarım dedim. Aramaya başladım. İlk telefonla aradığım, Tan Burak oldu. Sezgin amcanın çıkardığı Tarkan dergisi ve Kurt ile Tarkan’ın olduğu iki resmini istedim. Kurt vardı, Basınköy vardı, Tan, Tarkan vardı. O resimlerde hayalimdeki çerçeveyi yapmıştım.
Eski bir Basınköy resminin üzerine kurucuların isimleri ikinci çerçeve oldu.
Sanem Altan’ı aradım. Çetin amcanın resimlerini ve bir hatırasını istedim.
Melih Berkan’ı, Cem Meral’ı, Mehmet Mumcu’yu, Mehmet Kınacı’yı, Aslı Kılan’ı, Tutku Günkut’u, Taygun Tonguç’u, Kâni Atmaca’yı, Murat Demirel’i, Sedat Derman’ı, Ercan Okyay’ı… Ama aradıkça öyle hikâyeler, öyle anılar, inanılmaz bilgiler çıkmaya başladı. O zaman dedim ki bu kitap olmalı. Başlı başına Basınköy’ün kurucular listesini koysam zaten bir kitap çıkıyor ama öyle anılar var ki yeri dolmayacak, bunlarla ölümsüzleşecek.
Necmettin Erbakan bile burada oturmuş, Mikail Bakkal, Hans, Bambi çay bahçesi, Madam Eleny’nin evi Safiye Ayla’nınmış. Kitap bitene kadar bakalım daha neler öğreneceğiz. Neler çıkacak. Ama burada da kalmamalı bence müzesi olmalı Basınköy’ün.
Hatıralarla başlayan bu yol hayallerimizin hepsiyle biter umarım. Başlamak bitirmenin yarısı derler. Ben de başladım, haydi hayırlısı.
Sevgili Mehmet Tezkan’ın çok güzel bir yazısı var: “Çetin Altan’ın mahallesi”. “50,50 yüz… Biz Basınköylüyüz”. O kadar güzel anlatmıştı ki mahallemizi. Üstüne ancak bu kadar yazabildim. Benim feyzim oldu. Umarım ben de layık olurum büyüklerimize. Basınköyü’müzü geleceğe taşırım.
Yıllar o kadar çabuk geçiyor ki biz anlayana kadar değerlerimiz bir bir eksiliyor. Uçurtma yaptığımız, ormana yürüyüşlere gittiğimiz, Yaşar amcamızla Yaşar Kemal ile bir fotoğrafım yok. Çünkü o zaman Yaşar amcamızdı. İmzalayıp verdiği İnce Mehmet kitabı da yok. İstesek şimdi alamayız. O yaşlarda kıymetini bilemedik.
Çetin amcamızın yaramaz çocuğu Kamil’dim ben. Bahçesindeki bodur elma ağacını her sene tam toplayacağı zaman koparıp yiyen, onu çileden çıkaran haylaz, keşke Çetin Altan şimdi yaşasaydı. Bir kare resim çekilip helalleşseydim kalıcı bir anım olsaydı.
Anlatmakla bitmeyecek o kadar çok hikâye var ki. Türkiye’nin tarihine mâl olmuş o değerli insanlarla, bu güzel mahalleyle.
“Hayat hikâyelerle güzel” diyerek “Anılarla Basınköy “.
Tayfun Talipoğlu’nun dediği gibi: “Beni her ölüm etkiler. Tanımasam bile üzülürüm yitirilmiş ümitlere… Hiç gerçekleşmeyecek ideallere, yaşanmamış sevgilere üzülürüm… Bu yüzden, korkarım yaşamı ertelemekten.”