Bilişim, yazılım ve savunma sanayi ürünleri konusunda yerli ve milli beyinler oldukça üretken bir hale geldi.
Askeri teknoloji ve savunma sanayi konusunda, bugüne kadar, sürekli ithalatçı ülke olduk.
Yerli üretime dair adımlar bir şekilde engellendi.
Savunma Sanayi kurumlarımızda mühendislerimiz faili meçhul şekilde şehit edildi.
Her şeyi göze alarak üretkenlik gösterenler ise bastırıldı, sesi kısıldı veya bilinçli/bilinçsiz görmezden gelindi.
Art niyetli ve dış kaynaklı lobicilik engellemeleri haricinde, sürekli kurumsal bürokratik manilerle karşılaşıldı.
Özellikle son zamanlarda karşılaştığımız “örtülü ambargolar” sonrası, “yerli ve milli” savunma sanayinin önemi iyice öne çıktı.
Erdoğan, bu konuyu sürekli gündemde tutarak “yerli savunma sanayinin” gelişiminin vazgeçilmezliğine vurgu yaptı.
Erdoğan’ın bu yaklaşımından cesaret bulan “yerli yaratıcı beyinler” ithal savunma ürünlerine ikame nitelikli, oldukça ciddi Ar-Ge çalışmaları yaparak, somut üretim noktasına gelindi.
Fakat ne hikmetse, hala bu yerli ve milli kişi ve kurumlar istenilen zemine kavuşamadı/kavuşamıyor.
Atılan her adım, savunma sanayine hakim ve maalesef hala var olan bir kısım “engelleyici bürokrasiyi” aşamıyor.
Biliyor ve görüyordum ki, Erdoğan bütün bunların farkında idi ve sonunda; “artık vaktidir”diyerek duruma el koydu.
696 Sayılı KHK ile bu konuda sürpriz adımlar atıldı.
Savunma Sanayi Müsteşarlığı Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı.
Aselsan, Roketsan, Havelsan başta olmak üzere savunma sanayinde başat pek çok kuruluşa sahip, Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı’nın Mütevelli Heyeti Başkanlığı da Cumhurbaşkanlığı’na tevdi edildi.
Askeri Fabrika ve Tersane İşletme Anonim Şirketi (ASFAT AŞ) kuruldu. Böylece, Askeri tersane ve fabrikalar verimlilik, kalite ve üretkenliğin artırılması amaçlı tek çatı altında toplandı.
Peki bütün bunların anlamı nedir.?
Türk savunma Sanayi yeni bir evreye girdi.
Artık savunma sanayi konularında pratiklik, yerli ve millilik, kalite ve verimlilik esas olacak.
Bu konularda yapacak bir şeyi olan, tasarım ve proje sahibi ithal ikame edici ürün sahipleri, devletin bu kurumlarıyla işbirliğine girme konusunda engellerden ve lobisel manilerden daha az etkilenecektir.
Proje ve tasarımı olan vatan evlatları, çalışmalarını realize etmek için, “illa Cumhurbaşkanı’na ulaşmalıyım, yoksa tasarım ve projelerim heba olur gider” demeyecektir.
Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla bile olsa, başlayan kimi projeler maalesef ki, sonuca ulaştırılmadı. Artık böylesi iş ve işlemler unutulmaya terkedilerek gözardı edilemeyecek ve ithal ikameci, “yerli-milli” yaklaşım hakim kılınacaktır.
Eminim ve inanıyorum ki; Külliye bünyesinde bu hiyerarşinin hızlı ve sonuç odaklı çalışabilmesi için, yeni bir yapılanmaya gidilecek ve Cumhurbaşkanlığı’na bağlanan bu kurum ve kuruluşlarımız yeni bir hız ve heyecanla aktive olacaklardır.
Bağlı fabrika, kurum ve kuruluşlar yeni bir zihniyet ve ciddiyetle işlerine sarılacak, “yerli ve milli” olana karşı, artık kem gözle bakılmayacaktır.
Artık, kimse ümitsiz olmayacak; yerli proje ve çalışmaların takipçisi bizzat Cumhurbaşkanı’mızın kendisi olacaktır.
Atılan adım, geç kalınmış bile olsa, oldukça isabetli ve olması gereken vetiredir.
Ve inanıyorum ki; yeni sistemde, suistimale yer verilmeyecek, sen- ben kavgalarına son verilecek, kişisel ego ve benlikle hareketler minimize olacak, “beka”mızın en önemli umdesi olan savunma sanayimiz daha güçlenecek, millileşecek ve üretkenleşecektir.
Taşeron yasasıyla daimi kadroya geçen çalışanlarımıza hayırlı olsun diyorum.
Taşeron uhdesinde çalışan ve sürekli işini kaybetme korkusu yaşayan vatandaşlarımız için atılan bu isabetli adımdan dolayı karar alıcıları kutluyorum.
TPDK ve Şeker Kurumuna dair yeni sürecin işlevselliği artıracağına ve kamu yönetiminde, bir ara moda haline gelen “bağımsız üst kurul” fantezisinin sona ererek, gerçekliğe dönülmesine katkı sunacağından dolayı memnuniyetimi dile getirmek istiyorum.
Bankacılık sektörünün kendi içinde bağımsızlığının gün be gün arttığı günümüzde, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Vakıfbank hissedarlığından alınarak, hisselerin Hazine’ye devri günümüz koşullarının bir gereğidir.
Bu bağlamda; yeni sürecin Vakıfbank açısından başarı getireceğine inanıyorum.
17-25 Aralık sonrası FETÖ ile mücadelede ciddi fedakarlıklarda bulunuldu.
Resmi veya değil, bu konuda çaba gösteren, taşın altına elini sokan, kişiselliğini riske atan öyle çok vatanperverler oldu ki…
Hele de; 15 Temmuz gecesi ve sonrası tüm tehdit ve aba altından sopa göstermelere rağmen; “ille de vatan, ille de vatan” diyerek, kişisel istikbalini ve hayati tehlikeleri görmeksizin, cansiperane mücadele edildi.
Bu fedakar ve yurtseverlerin, yaptığı iş ve işlemlerden dolayı, Kamu Otoritesince bir şekilde, art niyetli ve sinsi planlara karşı korumaya alınması gerekirdi.
696 sayılı KHK ile, bu konuya da parmak basılması ve kamusal güvencenin sağlanmış olması isabetli bir adım oldu.
Bu yapılanla; özellikle, bu süreçte mücadelede yer alanların; asker, polis, sivil veya sivil kamu görevlisi, “Muğlalı Paşa Sendromu” yaşamalarının önüne geçilmesi sağlandı.
Bu maddenin yer, zaman, kişi, olay vb. gibi çerçevesinin net bir şekilde mutlak anlamda belirlenmesi şarttır. Aksi taktirde kaos ve kargaşaya sebebiyet vermek isteyenlerin kullanabileceği bir enstrumana dönebilir.
Bu bağlamda yetkililerin KHK’nın bu maddesine dair uygulama yönetmeliklerini sarih şekilde ortaya koyarak muğlak ve müphem nokta bırakmayacaklarına inanıyorum.
Yoksa bu madde çok su götürebilir. Bu uyarıyı yapmayıda çok önemli buluyorum..
Bütçe sona erdi.
Ocak ayıyla birlikte ciddi kamusal değişiklikler gelecektir.
696 sayılı KHK ile Savunma sanayi Kurumlarıyla başlayan süreç, sanıyorum ki; Kabine, Külliye kadroları ve bürokratik değişikliklerle devam edecektir.
Ve bu süreç çok hızlı görülecektir.
Hızla yapılmalıdır ki; 2018 yılı icraat yılı olabilsin.
Hızla yapılmalı ki; akıllı, cesur, devlete sadakati esas alan ehliyet ve liyakat sahipleri göreve gelerek, taşın altına ellerini değil, gövdelerini soksun.
Çünkü artık vakit kaybına tahammül kalmamıştır.
Çünkü; ülkemiz, coğrafyamız ve dünya konjonktürü, cesaret ve akıl sahiplerinin göreve gelmesini iktiza etmektedir.
Çünkü ateş çemberindeyiz.
Çünkü müttefikler hasımlaşmış,
Komşular yangın yerine dönmüş,
Çünkü dost yüzlü yalancılar kapımıza dayanmış,
Kurt gövdenin içine girmiş,
Millet, can damarını koparan, kanını emen en büyük hasmını dost zanneder olmuş,
Kısaca; At izi it izine karışmış.
Çünkü ve ne yazık ki; “beka” sorunuyla karşı karşıyayız.
Kenetlenmeliyiz. Bir ve beraber olmalıyız.
Dahili ihtilafları bir kenara koyup harice karşı tek yumruk mücadeleye hazır olmalıyız.
Çünkü; “Anadolu son kale”dir.
Gidecek bir yerimiz yoktur.
Ya olacağız, ya öleceğiz…
“Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi.
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi.
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.”
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlarım…