Ana SayfaEKONOMİ21. Yüzyıl Türk Deniz Jeopolitiği

21. Yüzyıl Türk Deniz Jeopolitiği

Her Türk Denizci Doğar!

Denizler ve okyanuslar, insanoğluna tabiatın gücüyle hayatta kalmayı ve insani değerleri öğretmiştir. İnsanlığın ilk gününden itibaren insanlar için önemli besin ve ekonomik geçim kaynağı konumunda olmuştur. Denizlerden yararlanmayı başarabilen medeniyetler ve kültürler, kendi uygarlıklarının doğuşunda ve yükselişinde büyük avantajlar sağlamıştır. Ayrıca denizler, medeniyetlerin kurmuş olduğu uygarlıkların yayılmasına, kaynaşmasına ve bazen de savaşmalarına neden olmuştur. Böylece çağlar boyunca devam eden uygarlıklar arasındaki bilimsel ve kültürel etkileşimin asıl olarak denizler aracılığıyla sağlanmıştır. Denizlerin ve okyanusların sahip olduğu bu özelliğinden dolayı Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli Kaptan-ı Deryası olan Barbaros Hayrettin Paşa’nın “denizciler ufkun ötesini görenlerdir” ve “denizlere hakim olan cihana hakim olur” sözleri her çağda geçerliliğini sürdürmüştür.

Deniz, tarih boyunca milletlerin savunma ve güvenlik alanlarında çok önemli bir rol oynamıştır. Denizlerdeki mücadeleler insanlık tarihini şekillendirmiştir. Modern deniz jeopolitiğinin temel ilkelerini ortaya koyan ünlü jeopolitkçi Alfred Thayer Mahan “Deniz Gücünün Tarih Üzerine Etkisi” isimli eserinde büyük denizler ve ulaşım yolları üzerinde denetimi ele geçiren ülkelerin dünya gücü olabileceği ve diğerleri karşısında büyük bir avantaja sahip olabileceğini öne sürerek denizler üzerinde hakimiyet kurmanın uluslararası politikada ne kadar önemli olduğunu ifade etmiştir. Böylece deniz jeopolitiği uluslararası ilişkilerde bir üstünlük kurma aracı olarak birçok devlet tarafından günümüze kadar benimsenmiştir.

Afro-Avrasya Denizleri, tarih boyunca Eski Dünya olarak bilinen Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan ve Doğu ile Batı arasında yalnızca mal ve hizmet dolaşımını değil, aynı zamanda bilginin, fikirlerin, kültürlerin, dinlerin ve inançların etkileşimini sağlayan ana güzergâh olmuştur. Çin’den başlayıp Asya’nın güneyini çevreleyen Anadolu’yu Avrupa ve Afrika’ya bağlayan bu deniz alanlarının, jeopolitik ve jeostratejik öneminin yanı sıra Doğu ile Batı’nın farklı medeniyetlerini ve kimliklerini birbiriyle tanıştıran jeokültürel bir ayrıcalığa ve kadim bir tarihe sahiptir. Bu bağlamda Afro-Avrasya coğrafyasını çevreleyen denizler sadece tüccarların değil, aynı zamanda bilginin, bilgelerin, düşüncelerin, dinlerin, inançların, kültürlerin ve medeniyetlerin de yolu olmuştur.

Doğu ve Batı medeniyetleri arasındaki jeopolitik, jeostratejik ve jeokültürel önemini asırlarca koruyan kara yolları, M.Ö. 2. ve 3. yüzyıllar (özellikle Büyük İskender dönemi), M.S. 7.-10. ve 12-14. yüzyıllar arasında üç dönemde altın çağlarını yaşamış, fakat 16. yy’da Portekiz’in Çin ve Hindistan ile Ümit Burnu üzerinden deniz yoluyla ticarete başlaması ile arka planda kalmıştır. Günümüzde, özellikle sahip olduğu zengin doğal kaynaklar ve bu kaynakların doğu-batı ve kuzey-güney transferindeki stratejik rolü nedeniyle Çin’in öncülüğünde deniz jeopolitiği üzerinden dünyaya açılan Modern İpek Deniz Yolu Projesi oluşturulmuştur. Böylece Deniz İpek Yolu’nun hem kurulmakta olan 21. yy küresel düzenindeki jeoekonomik boyutu ön plana çıkmış, hem de jeopolitik, jeostratejik ve jeokültürel önemi yeniden canlanmaya başlamıştır. Nitekim günümüz küresel karmaşık karşılıklı bağımlılık sisteminde gerek başta Çin ve Rusya olmak üzere bölge-içi büyük güçler, gerek güzergâhın önemli geçit yollarında yer alan çeşitli Afro-Avrasya ülkeleri, gerekse de ABD ve AB gibi küresel aktörler söz konusu projeye ilişkin kendi jeostratejik açılımlarını ortaya koymaya ve çok taraflı bu yeni düzende söz sahibi olmaya çalışmaktadır.

Bu çerçevede Deniz İpek Yolu’nun Hint Okyanusu, Basra Körfezi, Kızıldeniz, Akdeniz ve Karadeniz eksenindeki deniz yolu göz önünde bulundurulduğunda sahip olduğu özel jeopolitik, jeostratejik ve jeokültürel konumuyla Türkiye bir yandan Afro-Avrasya deniz jeopolitiğinin kalpağını oluşturmakta diğer yandan da yeni küresel güç denkleminin bölgesel aktörü olarak rol oynamaktadır.

Jeopolitik açıdan Karadeniz, Akdeniz, Kızıl Deniz, Basra Körfezi-Arap Denizi ve Hazar Denizi olarak sayabileceğimiz beş denizin yaylası olan Anadolu’da konumlanmış olan Türkiye, en doğudaki Avrupalı, en batıdaki Asyalı ve en kuzeydeki Afrikalı Devlet olarak, dünyanın tek “Afro-Avrasya” ülkesidir.

Aralık 1991’de Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Afro-Avrasya’da bir güç boşluğu oluşmuştur. Türkiye bu dönemde “Adriyatik Denizi’nden Çin Seddine Türk Dünyası” kavramı ile bölgede “Köprü-Geçiş Ülkesi” olarak konumlanmıştır.

2000’li yıllarla birlikte Türkiye “Yeni Osmanlıcılık” kavramı ile bölgede “Terminal Ülke-Birlikte Geçiş” ülkesi olarak konumlanmıştır.

Günümüzde ise Türkiye bu iki kavram ile İslam dünyasını da içine alacak şekilde coğrafi anlamının da ötesinde üçüncü bir kavram olan “Afro-Avrasya” ülkesi olarak konumlanmaktadır.

Türkiye’nin 10 bin km olan bugünkü mevcut siyasi-coğrafi sınırları düşünüldüğünde bunun yaklaşık 8 bin kilometresi denize sınırıdır. Bunun sonucu olarak Türkiye’nin kara ülkesinin yarısı kadar büyüklükte olan bir deniz ülkesi bulunmaktadır. Bu haliyle bir yarımada olan Türkiye kültürel sınırları ile birlikte ele alındığında bir ada ülkesi olmaktadır.

21. yüzyılda Türkiye’nin deniz jeopolitiği Adriyatik Denizinden Çin Seddine Türk Dünyasını, Osmanlı Coğrafyasını ve İslam Coğrafyasını içine alacak şekilde coğrafi olarak Afro-Avrasya’yı çevreleyen denizler üzerinden belirlenmektedir. Türkiye, kendini merkeze alarak çevresinde, Karadeniz, Ege Denizi, Akdeniz, Kızıldeniz, Basra Körfezi ve Hazar Denizi olan bir “Ada Ülkesi”ne dönüşmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img
spot_img

BUNLARI DA OKUYUN